15 Aralık 2008 Pazartesi

buse

Ne yaparsak yapalım..okuyalım,iş bulalım,aşık olalım...her zaman kontrol edemediğimiz bir bölüm oluyor..hayatınız boyunca ne kadar güçlü olursanız olun,paranız pulunuz olsun,efendim çelik gibi sinirleriniz olsun hiç farketmez...bir an geliyor,aciz kalıyorsunuz...yaradanın müthiş bir ego tatmini mi bilmiyorum ama ben bu acizliği 12 yaşımda yaşadığımda hayata karşı bir densizliğim daha olmadığından,hiç anlam verememiştim...zira tokat genelde yaramazlık yaptığımda gelirdi,hayatın sillesini hak etmemiştim bence..

ölüm ihtimali hep var hayatta...dünyada böyle berbat şeyler hep oluyor ..98 de annemin başına gelen şeye doktorlar "anevrizma" dedi...ama aslında o benim bahsettiğim berbat şeylerdendi..

yarın tam 10 sene olmuş olucak annem benden ayrılalı...12 yaşındaydım..her hangi bir gündü..salı günüydü..akşam karnıbahar kızartması yemiştik(evet sonra sevmediğim bir yemek olucak)..normalde uzun vakitlere kadar oturan ben,kitap okuyup erken yatmak istedim..babam kanepede uyakalmıştı..annem isteğim üzerine bana kırmızı bir kazak örüyordu...kanepede ki bir ayağını altına alıp diğer dizini havada tutan oturuşunu,benim gelip uykulu bir biçimde yanağına tek bir buse konduruşumu sonra odama gidip fosur fosur uyuyuşumu bir ömür boyu allah bana acı olsun diye beynimde kazılı tutucak biliyorum..ama acı olan,normalde çok yılışık bir çocuktum ben...her günün sonunda ev de buluştuğumuzda,bir kaç saatlik özlemimizi şaşalı bir öpüp koklaşma seranatıyla giderirdik...akşamda yatmadan doya doya öper,sarılır,annemi bıktırırdım...ama o gün yapmadım..gittim ve bir kere yanağından öptüm..tek bir öpücük..tek bir buse..hayatımda ki en büyük "keşke" m..

her sabah bir kalkış düzenimiz vardı..annem kalkar önce benim kapımı açardı..bu benim birinci uyanma faslımdı...annemin içerde kahvaltı hazırlama sesleri arasında iyice uyanıp kalkardım..

çarşamba sabahı ne yaşadı,nasıldı,ne hissediyordu,acı çekti mi bilmiyorum...ama kapımı açmamıştı..belki açıcak hali yoktu..kalkıp yatağını toplamış(gece babam salonda uyuyakaldığından onun üstünü örtmüş,ellememiş)..ama benim kapımı açmamış...babamın çığlığıyla titreyerek uyandığımda,bu titremenin bana ömür boyu her beklenmedik ses karşısında tekrarlıyacağım bir lanet olarak kalıcağını sanırım tanrım o anda karar verdi..

annemin bayıldığını sandık..soğuktu..ama güzeldi..yerde yatıyordu..babam delirmiş gibiydi..ben annemi uyandırmaya çalişiyordum..belki babam anlamıştı ama kabul etmek istemiyordu..ben sakindim...annemin kolunu kaldırıp havada bıraktığımı hatırlıyorum...sürahiden elimi ıslatıp yüzüne serptiğimi..suların gözyaşı damlası gibi burnun yanından kaydığını...sonra yine çocukça kulağımı annemin kalbine dayadığımı...babam ayakta deli gibiydi bu aralar,bağırıyor,anneme sesleniyor ordan oraya koşuyordu...ve yanımda durup sordu babam.."atıyor mu?" dedi...

"atıyor" dedim..

atmıyordu...atmadığını çok iyi anlamıştım..hiç ses yoktu annemin içinde..sanki evde yokmuş gibi bir histi bu..sessizlik..kanın damarlarda dolaşması bile biraz uğultu yapıyor sanırım çünkü ölüm sessizdi...ben babama yalan söylemiştim...ama aynı anda kendime de söyledim..kabul etmedim...kabullenmem bir 7 senemi aldı..

annemi bir daha göremiyeceğimi anladığımda,bana sakinleştirici iğne yapmak zorunda kaldılar...kimseye sakinleştirici iğne yapmayın,hayatta ki en lanet şeydir sanırım...acı çekmek gerekiyosa o anda çekmek lazım..ızdırabı ertelemekten başka birşey değil..ayrıca herkes ağlarken sırıtmak,sonra da bunu hatırlamak..yaralanan at oluyim çekin vurun daha iyi..kim yaptıysa iğneyi beni iri kıyım görüp yetişkin dozajı falan verdi sanırım..aylarca kendime gelemedim

sonra ki yıllar babamdan güzel bir kazık yiyip başka türlü dertler içinde bulucam kendimi...geçmiş aile meselerini benim üstümde halletmeye çalişan iki düşman aile arasında çocukluğumun içine edilcek...heskes annesi,babası yanında değil diye tek marifeti vücut bütünlüğümü korumak zannederken,ben yapayalnız,kimsenin beni anlamadığı,ailemin olmadığı,kimsenin kişiliğimi ve ruhumu siklemediği bir ergenlik dönemi geçiricem...babaanne yanında geçen acı dolu bir süreçten sonra,anneanne nispeten daha iyi olucak benim için ama kuşak çatışmasının ortasında,ablamda da destek alamadan,sinemaya gidebilmek için bile 3 yerden izin almak zornda kalıp yine de gitmemi gereksiz bulan bir korumacılık kalkanında boğulucam...İzmir e geldiğimde hiç ağlamıycam..ilk sene özgürlük sarhoşluğuyla her türlü saçmalığı yapıp bir sene kaybedicem..ama hayatımın benim olduğunu hissettiğim hiç bir zaman dilimi için pişman olmuycam..hatalar yaşamam gerekiyorsa seve seve yaşarım...özgür ruhlu bir çocuk için yaşanması gerçekden ızdırap olan bu seneler artık,geçmişin ta kendisi..

benimde doğru düzgün bir ailem,iyi bir babam,arkadaşım olan bir ablam olsun isterdim...ama olmadı..artık bundan şikayet etmenin de bir anlamı yok.

annem için çok yazı yazdım,çok şiir yazdım..sadece ona seslendiğim,sadece onu anlattığım kelimeler...hiç bir yere yazmaya yakıştıramadığım,tekrar açıpda okuyamadığım..buraya yazmaya cesaret bile edemedim...

yarın benim için zor bir gün olucak..
yokluk,yerine bir şey koyulmazsa yokolmuyor çünkü..1ay,1 sene,10 yıl..farketmiyor..
biliyorum.

8 Aralık 2008 Pazartesi

bayramın ilk günü..

Hava soğuk denizlide..ben gelmişim İzmir den sıcak memleket tabi,yeni aldığım kırmızı montumu da tenimden ayırmak istemiyorum(yakışıyor diyorlarya cıvkını çıkarana kadar giyerim artık...)neyse ki ablam Ankara insanı olduğu için giymiş gelmiş kabanını...ablamın kabanını giydim ve parfümünü soluya soluya çıktım dışarı..amacım açık internet cafe bulmak..

gönderilme tarihi bugün son olan ekonometri ödevinde yapıcağım işleri yapamayıp,cumartesi günü kendini zevke ve dertlere veren ben bunları hakettim mi bilmiyorum..olan olmuştu

ve ben ödevi yapamamadım

..anneanne evinde internetin olmadığını hadi olsa bile pc'im olmadığını bile bile böyle bir gaflete düşmüştüm...yürüyorum sokakta..ilk internet cafe mi gördüm..ve kapısı açık..oley diyemeden bir baktım.."full". evet tırnak içinde full..hatta biraz da fluydu..zira sigara dumanları
boy boy çocuk ve delikanlıları görmemi zorlaştırıyordu..bir tane kız yok..daldığım gibi çıktım o dehlizin içinden,nefes aldım uzun uzun...yürüdüm..bir internet cafe daha..aynı sahne..derin nefes...en son 3. cafede bir tane boş yer buldum ve oturdum...nedir yani..bayramın ilk günü..denizli gibi imanı bol bir memleket..ama serserilerin allahı var..kardeşim bu kadar da olmaz ya..nedir yani işin internet cafe'de...bu kadar çoluk çocuk nereye gidiyoruz dostlar..memleketin en boş gençliği denizli de mi toplanmış..çok sinirlendim çok..hayır ödevi yazdım..gayet mutlu kaydettim ve kapattım..ama

aksilik olucak ya...kaydetmemiş..yok yok yok!!! baştan yazdım bütün yaptıklarımı..hayır köşede bir yerdeyim..yüüzmdeki alerji izleri ve sıfır makyajla çok bir albenimde yok üzerimde...ama ayağa kalkan uzun uzun bakıyor..cafede ki tek dişiyim..şimdi de bunları bu cafeden yazıyorum...klavyeye daha fazla dokunmak,görmek istemiyorum...iyice midem kalktı,sinirim hopladı...

bayram nasıl dersek...kilo aldığımı evde tartılarak tescillendirmiş biri olarak direk az yemekli rejimime başladım..anneannem her zaman ki gibi tatlı ama laf sokucu tavırlarıyla beni geldiğime pişamn edicek gibi duruyor ama en kötüsü ablamın canı 10 senelik sevgilisi yüzünde fena halde yandığı için evin içinde onun artık elle tutulur hale gelen negatif enerjilerine çarpa çarpa dolaşmak olsa gerek..
ama ben yine de huzurluyum,kafam rahat,keyfim yerinde..nasıl oluyor bunlar bilmiyorum ama sanırım sorunlu bir insan değilim ben..yada sorun olcak bir insan değilim..hayatımda bişeyler iyi gidiyor uzunca bir zamandan sonra ve bunu ne çevre baskısıyla,ne de toplum yargısyla bozmak istemiyorum...tek sorunum kontrol edemediğim iç engellerim..onları kaldırıcak kişi benmiyim başkası mı bilmiyorum..huzurlu,mutlu ve eğlenceli bir hayat istiyorum..doya doya yaşayabileceğim,boş geçmeyen ve mutlu...gerisi gerçekten tefarruat..
konu nerden nereye geldi vay be...böle biraz kibar tabiri ile b.ktan bir yazı oldu ama neyse bu internet cafede,bu ruh haliyle,bu bakışlar altında..benden bu kadar.

3 Aralık 2008 Çarşamba

baby face

bir gün aniden -sebebini biliyorum ya da bilmiyorum önemli değil-sol tarafa iltimas geçilmiş bir şekilde yüzümde bir sürü küçük kırmızılıklar çıktı...çoğunluğu kabarık olduğu için ben onlara kabarcıklar dedim..Normalde cildime ve güzellğime karşı biraz takıntım vardı...yıllarca çirkin ördek yavrusu gibi etrafta dolaşmış,ablamın "biz seni camii avlusunda bulduk akıllım!!" sözleriyle keşke anne babamın kim olduğunu içlerine bakıp görebilsem diye genetik bilime dualarımla katkıda bulnmuş bir çocuktum ben ...4,5 kilo doğan bebekliğimle, bir yün yumağı kıvamında yaşadığım çocukluğumun hatırına şu anki fiziğimi ve güzelliğimi sapına kadar hak ettiğimi düşünüyorum,ve geldiğim yeri unutmuyorum tabi ki...böyle olmasından da memnunum aslında çünkü büyüme çağında dışımdan çok içime bakmam bana şimdi birçok artılar sunuyor, bu yüzden tanrım işini bilir dedim hep..


ama bu bir anda sivilce çıkmayan ciltten çıkan sürülerce pörtlekler bana tanrının tokadı gibi geldi hemen..pörtlekler çıktı ve ben cildim ile ilgili takıntılarımı atlattım...evet kötü olmuştu..evet geçicekti...ama anladım ki aslında hep böyle de olabilirdi..cildi böyle olan bir sürü kız vardı..kötüler mi?hayır...normalde benim de hiç dikkatimi çekmiyor..sanki bu da neden yaptığını akıl sır erdiremediğim yaradan olaylarından biriydi...yukarlarda bir yerlerde bana haraket çeken,"ne oldu güzelimm havan mı söndüüü!! piştt sen sırık,bir sivilce yeterdi ama ben elimi bol alıştıriyim dedim,sağ da solda cildine övgü alınca götün arşa kadar geldi,indirelim dedik...haddini bil yola gel!!" sözleriyle bana laf atan sokak magandası bir tanrı bile yaratmıştım zihnimde...


pazar günü sabah evime gelen iyi dost,güzel insan beni tuttuğu gibi doktara götürdü...acile,dokuz eylül üni. hastahanesine gittik...kalabalıktı,yataklarda yaşlı amcalar,yanlarında teyzeler..ama herkes yaşlı...aralarında bir yerlerde bilmem neden boş(!) bir yatağı gösterdi doktor..otur dedi..gittim oturdum..kendimi kötü hissettim..orda en az acı çeken bendim..alt tarafı kaşıntı..herkesin bana yazık kızın nesi var acaba bakışları arasında "yok bişeyim,ben yüzünü sivilceler basan güzellik takıntılı şımarık bir kızıııııııım!!"diye haykırmak istedim..zaten doktor da bakmadı pek..alerji hapı yazdı "..ama yok hap,ben merhem.."diyemeden çekti gitti..


yavaş yavaş geçiyorlar,abarttığım kadar yoklar...ama bir sivilceyle bile dipsiz kuyulara dalan beni ancak böyle bir şokla "ağlama değmez hayaaaat!!haydi eller..!!" kıvamına sokabilecğini bilen yaradanın zekasına hayranlığımı belirtip,anlaşıldığı üzere -turn back to the beybi face- arzulu yalakalığımla sokak magandası ruhlu tanrıya eyvallah diyorum.

27 Kasım 2008 Perşembe

beni benden alan ses..

iç sesimden nefret ediyorum bazen...hani ilkokulda okumayı öğrendikten sonra bize içimizden okumayı da öğretmişlerdir ..çocuğun algılamsı da zor olan bir çalişmadır bu...hatta öğretmen yeri geldi mi kendini paralar iç sesi anlatmak için...ben ilkokulda öğretmenimiz içimizden okumanın inceliklerini anlatırken",o ses bu ses mi yaaaav!!" diye aydınladığımı gayet net hatırlıyorum..çünkü kendimi bildim bileli içimde durmadan konuşan,gerektiğinde bana destek olan ama gerektiğinde eleştirilerin en ağırını yapıp beni salya sümük ağlatan,kara gün dostu desem değil,eğlenceli desem hiç değil..tam tabiri ile kıl sesin teki konuşr sürekli..ete boka yorum,düşünce,felsefe,hayatı anlama çabası...boğuyo beni anlıyormusunuz...atsam atılmaz..üzerime yapışıp kalmış eski sevgili yada ne biliyim asalak bir tanıdık gibi...sürekli beynimde vır vır vır...hayatta en tiksindiğim ses...içime eden ses...



ama ben şimdi beni benden alan sesten bahsetmek istedim...derya köroğlu...yeni türkünün solisti...küçüklüğümden beri hep duyarım ama büyüdükçe daha bir hoş,daha bir naif,ipek gibi ama erkeksi..okşar gibi aman yarabbim diye diye dinlettiriyor kendisini...güzel şarkılarda söylüyor..şimdi sadece sesi duysam acaba görüntüsünü de bu şekilde hayal edermiydim bilmiyorum...hayatıma giren her kıvırcık saçlı erkekte böyle şeker gibi bir usluba sahip mi olur azizim...trt de ki ressam bob'un da hayranıydım..kaçırmazdım programnı...seslendiren adamın sesinin gölgesinde onunda yumuşak "ne yapalım ne yapalım...bakın orda kulübemiz çıktı bir anda ortaya...ahanda şu köşede ki çam ağacı mı ne?...hadi yanına da çalı çırpı yapalım..evet çok basit bakın...nehrimizi de akıtalım heyy come on.." tarzı konuşmalarını masal gibi dinlerdim...




derya'da hani imkanım olsa alıcam evime koyucam kafesine...zaten görünüş itibariyle hep bir papağan arada da muhabbet kuşu,bazen kanarya..ama ne hikmetse hep bir kuşu anımsattığı için, vericem yemini suyunu, şarkı söylüycek durmadan..


anahtarın sesini duydu mu başlıycak mırıldanmaya,kapıyı açıp salona girdiğimde eftalyaaa diye öttürcek!



kendimi biliyorsam ama bir "başka türlü birşey benim istediğim" dese!..."Burası gibi değil gidiceğim memleket,denizi ayrı deniz havası ayrı hava..." yüreğimi dağlayıp saldırır kendini pencereden...yok böyle bir tını...yaşı küçük olsa biraz,aşık bile olurum sanırım..o söyler ben dinlerim..kıvırcık kıvırcık veletlerimiz de olur,kadife sesli çocuklar..güzel hayaller bunlar..iç sesimi duyurmamam lazım tabi ki bu durumda yoksa hayatta manitam olmaz..

26 Kasım 2008 Çarşamba

Barbie bebek furyası

fulya 6 yaşında...saman sarısı saçları ve rekli gözleri ile güzel bir çocuk...annesi ile kaldırımda yürüyorlar..fulya pembe seviyor..kıyafetleri tamamen pembe,saçları bigudilenmiş ve yapılmış,hatta bir kısmı hususi pembeye boyanmış..tamam fulya diyorum pembe,kız çocuğusun anlayışla karşılıyorum bu durumu..sonra fulya gözünde güneş gözlüğü olan o kavundan daha küçük kafasını annesine çevirip,bilidiğimiz ışıltılı kadın çantalarının minyatür bir kopyasını tutan elini sallayarak ağzını açıyor:"anne yavaş yürü,saçım bozuluyoooooaaar!!"

nerde sevimlillik,nerde çocuk saflığı,nerde şirinlik,komiklik...bana bunları sağlamayan bir çocuk bana itici hatta korkunç geliyor azizim...o çocukları şöyle sıralayabilirim:

1-çok bilmiş çocuk:"ben çocuğa çocuk demem ,çocuk bişey öğrenip şaşırmayınca"

biz ne güzel çocuktuk,ne saftık...internet yoktu o zmanlar,ilk özel kanalların başlangıçlarına şahit olduk ama yine de şımarmadık,haddimizi bildik...legomuzla,çocuksu pasaklılığımızla,saklambacıydı,körebesiydi,ağaca tırmanmasıydı doya doya yaşadık çocukluğumuzu...meraklıydık öğrenmeye,öğrendikçe şaşırdık..ne zaman büyüdük şaşkınlığımız bitti..hayatı sıkıcı yapan en önemli şey de bence bu duygunun bitmesiydi.

2-somurtkan çocuk:

ee yavrum 5 yaşındasın dünya yükü mü fazla geldi...tamam küçümsemiyorum seni kesinlikle,nefret ederdim bende çocukken bana "çocuk ya,ne güzel dert yok tasa yok"denmesinden..tabiki öle değil..çocukkende tasa dert oluyor kendi çapında...ama neşeni kaybetme,güler yüzlü ol...şakalara karşılık ver..ilgi gösteriyoruz,şebeklik yapıyorz,iki dakka insan olda gülümse be çocukk!! sinirlendim bak!! ..üheaaaa...yürü git!!

3-Kadınsı kız çocuğu:

konumuzda buydu zaten...iticilik hat safhada..bunların sayılarının artmasının nedenleri çok basit...bir kere çizgi filmlere bakın,winks,yok efendim bartz,barbie nin zaten allah belasını versin...ne bunlar ya!

barbi nedir alla aşkına...resmen 28 -30 unda taş vücutlu bir hatun...süslü püslü..kıyafetleri falan var..bide sevgilisi var bu şıllığın .."ken"yakışıklı ve kendi gibi güzel giyinen...ne empoze edilmeye çalişiliyor??

barbie sarışın,güzel,bakımlı...çünkü o bir kadın!! sen daha çocuksun be fulya..kimse fark etmiyor mu bunu..koşucaksın saçına başına bakmıycaksın onların zaten en güzel olduğu yıllardasın...senin yanağına allığa,gözlerine simli farlar sürmene ihityacım yokki bebek yüzlüm...kadın olmak zor zaten ne bu acelen?

barbim olmadı hiç bunu şimdiden söliyim de sonradan yılların intikamı için yazıyor diye düşünmeyin..hayır alakası yok..ben bir ninja turtles daki michelangelo nun göz bandına bile değişmem değişmem barbiyi..

kız çocuğunu o yaşta kadın gibi giydirip sokağa çıkaran annenin kendi kadınlığıyla sorunumu var biilmiyorum...ama ben fulyayı büyüyünce güzelliğinden başka meziyetler edinememiş,arkasını "ken" e dayamış bir biçimde,sarı saçlarıyla yok olup gidiceğini düşünüyorum.Fikrim budur.

25 Kasım 2008 Salı

hikaye

Saate baktı...Kırmız-bej duvarın üstünde asılıydı,iki yandaki dükkanın reklamı vardı üstünde “Şeker Ocakbaşı”.Ocakbaşına göre fazlaca iddalı bir isim diye düşündü..Etrafına bakındı.9 senedir bu dükkanda çalişiyordu,birkaç ay sonra 10. yılı olucaktı.İlk günü düşündü hafif tebessümle,o anki acemi heyecanını..Artık 18 yaşında değildi,ne o kadar zayıftı,ne de o kadar ışıl ışıl bakıyordu gözleri.Artan her yaş ile birlikte bir umut söndürdü içinde,gözlerinin gerisindeki mumlar her yıl sönüyordu,güzel siyah gözlerinin ışıltısı derin bir karanlığa gömülüyordu.Yine de vücudunda tek beğendi şeylerdi gözleri,bir gün birinin de bunu farketmesini bekliyordu.
Tatlıcıya dolu demek için fazla boş, boş demek içinde fazlaca dolu olduğunu farketti.Her zaman yaptığı gibi insanlara bakamaya ve hayal kurmaya başladı...ilk olarak çapraz masadaki çiftlerden başladı...genelde hep çiftlerden başlardı..nedenini tam bilmiyordu...ama garipdi çiftler..garip şeylerdi..o hiç çift olmamişti..bilmiyordu..ama onlara uzakdan bakıpda geçmişlerini,birbirlerinden bihaber geçmişlerini düşünüyor, sonrada birbirlerinin hayatına gökden elma gibi düşmelerinin mucizesine şaşırıyordu...bu çiftin onun düşündüğü şeyleri hiç düşünmediğine emindi...kız tırnakları kırmızı boyalı elini dudağının kenarına koydu,başını hafifçe eğerek dudaklarını aralık bıraktı...çocuğu dinliyodu....gözlerinin içine bakmaya çalişiyordu..her halinden onu etkilemek istediği belli idi ...erkekler ne kadarda saftı...bu kızın yapmacık tavırlarını anlamamakla beraber bide hoşlarına gidiiyodu..böle kızlrdan hoşlanıyolardı..kızın çocuğun sölediği şeylerle ilgilenmediği çok belliydi..o sadece kendi egosunu tatmin etmek isteyen bir sürtüktü işşte!!.........gözlerini kapattı...sinirlendiğini farketmişti...sakinleşmek için kendine vakit ayırırken,iç sesini sorgulamaya başladı....hoşuna gitmeyecek sonuçlar çıkarsada bir tür kendini eğitme,o salak kızlar gibi olmama yoluydu bu onun için.....gözlerini açtı, kapadı....sürtük ya da salak demeye hakkı olmadığını düşündü...derinlerde bir yerde o kıza kızmasının yada onun bu kadar sinirini bozmasının altında kıskançlık olup olmadığını düşündü...itiraf etmesi çocukken annesine söylediği yalanları itiraf etmekden daha zordu...zaten artık çocukda değildi...annesinin güzel kızı olduğu zamanlar çok geride kalmıştı....belki dedi içinden...evet belki bi nedeni kıskançlık...ama bu onun öle olmadığını göstermez ki....tırnaklarına baktı....”kırmız oje öle mi” dedi....asla o kadar cesaretli olamazdı.....kafasını çevirdi...çocukla ilgili yorum yapmayacaktı ...çünkü o onun gözünde yorum yapmaya değmicek bi mahlukdu....böle kızların içine düşen erkeklerden nefret ediyodu...onların içine düşen ve kendisini hor gören.....diğer çapraz masaya bakmaya başladı...orda bir aile vardı...baba, anne ve çocukdan oluşan bir aile....net görememeye başladı...görüntü buğulandı bi anda....sonra birden netleşti...gözleri yaşaran herkes gibi o da bir damla gözyaşından sonra gözün ,yeni silinen cam gibi olduğunu biliyordu....neyse artık daha net görüyordu en azından....önce babaya baktı....esmer,göbekli ve heybetli... orta düzeyin altında insanlların bulunduğu bu sokakta bir baba heykeli yapılsa herhalde aşşağı yukarı bu adama benzer diye düşündü....yüzüne dikkat kesildi...sertti...sert bir adam olduğu her halinden belliydi...kaşları her daim çatık bir şekilde muhallebisini yiyordu...kaşık sağ elinin avucuna öle bir yerleşmişti ki, sadece ağzına götürdüğü muhallebin etrafında hafif bir parlaklıkla seçilebiliyordu.... o ellerin nasıl tokat atabileceğini,vurduğu yeri nasıl sızım sızım sızlatabileceğini düşündü....ve kadına baktı...kadının güzel olduğunu düşündü...yada bir zamanlar güzel olduğunu...farkedilebilecek bir güzelliği olduğunu...ama yinede silikdi...hatta o bile dikkatli bakmasaydı kadının güzelliğinden hiç haberi olmuyacaktı...hatta varlığından bile...küçük eliyle tatlı kaşığının en ucundan tutmuştu,sanki her an yemeyi bırakmaya hazırmış gibi,korkarak...ve oturduğu yere hiç ağırlık vermeden neredeyse ayaktaymış gibi oturuyordu,sanki her an kalkabilirmiş gibi....kadının gözlerine baktığında ise kadının kapıya kilitlenmiş olduğunu gördü acıyla....her an çıkıp gidicekmiş gibi dedi içinden... belkide çocuğunu kapının önüne oturmasının bir tesadüf olmadığını düşündü...o suratı kırışmış,gözleri çökmüş güzel kadının herşeyde olduğu gibi hayatada hafifçe,sanki her an nefes almakdan vazgeçebilirmiş gibi tutunmasının tek nedeninin,kapıya bakarken hep görüntü kapsamının içinde kalan çocuğu olduğuna emindi....
İnsanları farkedebiliyorum dedi....insanları anlayabiliyorum..onların mutlu,ya da üzgün olduklarını,bin türlü dertlerinin olduklarını...bunun kendine ait bi yetenek olmadığınında farkındaydı..sadece insanlar şu kısa buldukları hayatta,hayatın sadece kendi düşüncelerinden yada kendi sorunlarından ibaret olduğunu düşünmelerinden kaynaklanıyordu..onun için bu aynı evde bir ömür birlikde yaşayıpda birbirleri ile hiç ilgilenmemiş,konuşmamış hatta birbirlerinin farkına bile varmamiş olmak gibi birşeydi...şu dünyayı koca bi ev sayarsak tabi...şu anda şu tatlıcıda bulunan ve herkesin farkında olan bir tek o vardı...bunun kendisini herkesden çok daha üstün hissettirdiğini biliyordu...ama bu yüzden kendisine kızamazdı...her ne kadar kendini eleştirsede o da insandı ve Tanrı dan başka zayıf olmayan bir şey yoktu...diğer masaya yoğunlaşmak isterken çift ayağa kalktı...tatlılarını bitirmişlerdi...çocuk bir elini cüzdanına atarken diğerinide kzın beline dolamaya çalişiyordu...bir kaç adım atttılar...
- yedi altıyüz
- ......
- afiyet olsun...buyrun fişiniz
- ......
- İyi günler
- ......
Kız ona acıyan bir bakış fırlatıp,birazda kendisinin bu konumda olmasından memnun bir ifade ile dar kotlu hafif büyükçe kalçasını belli bir çaba sarfedip kıvırtarak,çocuk ayakları iki yana açık bir şekilde “erkeğin malı meydanda” dercesine meydan okuyarak,yürüyüp çıktılar..


Çocukdan aldığı bozuk paraları kasaya yerleştirirken aklı hala verdiği selamı bile almaya tenezzül. etmemelerindeydi...oysa o, onlar hakkında hiç yaşamadıkları güzel hayaller kurmuştu....birbirlerinden habersiz çocukluklarını...farklı yaşamlarında bir çok şeylerinin ortak olmasını...aynı düşüncelere dalıp,aynı hayallere sahip olduklarını...ve bir gün bir şekilde, hiç tahmin edilmeyen bir tarafından hayatlarının içine gökden elma gibi düştüklerini......o hayallere yakışmıyorlardı...kırmızı-bej duvara asılı saate bakarken gözlerini kapadı...sinirlenmemeliydi...sürtük işte!

Bir adamın bağırışı ile gözleri faltaşı gibi açıldı...Sert adam tuvaletten çıkmıştı..ıslak ellerini yumruk yapmış...çatık kaşlarını yay gibi germiş..sinirden dudaklarını büzüştürmüş oracıkta duruyordu....haraketsiz,heybetli,kaskatı...heykel gibi....kadın yoktu...çocukda...dükkan kapısı kapalıydı...asla dönmeyeceğim der gibi diye düşündü...ve gülümsedi.