29 Haziran 2009 Pazartesi

memur çocuğu olmak #2

ÖNSÖZ:
"vay anam yazıda amma uzunmuş, okumaya üşeniyorum yeminle.." zihniyetiyle okumayan okuyucuya burdan yazıklar olsun diyorum...iş yerindeyiz demedik, yazdık...azcık emeğe saygı...yorumda yazalım....sevindirelim yazarımızı :)

"öhöö..öhööö..öhö.."
öksürme eylemi isterik bir hal almaya başlamıştı...Ürgüp'de kiralık evlerden birinin salonunda yere oturmuş dört küçük kız, parmaklarından daha uzun olan parlamentleri, o zamanın parlament sinema kuşağında izledikleri dişi karakterler gibi tutmaya özen gösteriyorlardı..
orta parmala işaret parmağı arasındaki sigaranın yere doğru eğik mi, yoksa yere tam paralelel mi,ya da yukarı doğru hafif açılı mı tutmaları gerektiğini tam olarak bilmeselerde, sigara içmenin nasıl bir duygu olduğunu bilmek kendilerini yeterince büyük hissettiriyordu...bu kadar bernat bişey olduğunu tahmin ettiğini düşündü ev sahibi kız...babası içmesin diye sakladığı sigaraları, öğle arasında evde sınıf arkadaşlarıyla içmekten dolayı zerre endişe duymuyordu..kendine göre haklı bir nedeni ve karşı konulamaz bir merakı vardı..


okula çok yakın bir yerde kiralık evleri vardı...anne ilçenin uzak bir kasabasının okul binasında çocukları eğitiyordu, baba emniyet binasında insanları koruyordu...ilkokula başladığı ilk yıl, ablası 5. sınıftaydı ve bir sene boyunca öğle aralarında eve gelip annelerinin bıraktığı yemeği ısıtıp yiyorlardı..ablanın sorunluluğunda ki her küçük kardeş gibi pervasız ve dalgın bir yapıya sahipti kahramanımız...ablasının karakterine olabildiğince zıt bir kişiliğe sahip olan küçük, aslında % 82 tek çocuk psikolojisiyle de büyüdüğü için, kendi kendine yetebilme potansiyeline sonradan sahip olacaktı..yine de severdi ablasını..ocakta yemeleri için bırakılan pırasayı beğenmedikleri için ablasının hayatında yaptığı ilk sahanda yumurtanın hayatında yediği en lezzetli sahanda yumurta olduğunu 22 yaşında dahi dile getirecektir mesela..belki de ortak bir suç işlemenin, ortak duygulara sahip olmanın eşsiz saniyelerini çok az yaşayabildiği içindir...bir sene sonra ablası anadolu lisesine transfer olmuş, öğlen yemeklerine tek başına gitme sorumluluğuna 2. sınıfta sahip olmak zorunda kalmıştı...evde geçireceği ilk öğlen babası eve gelicek ve ona talimatlar vericekti..en azından ona öyle denmişti ama babası insanları korumakla çok meşgul olduğu için geç kalmıştı..eve girdiğinde kimseyi bulamayan küçük kahramanımız, evde yankılanan "babaaa!.." seslerine yanıt alamayınca , izlediği tüm korku ve şiddet filmlerinin sahnelerini istememsizce hatırlayarak, ağlamıştır...(evet o zaman akıllı işaretler yoktur televizyonlarda ve özel kanallar tavşanlar gibi üremektedir..)
balkona çıktığında babasını arabadan inerken görmüş ve bu sefer rahatlamaktan dolayı gözyaşlarına boğulmuştur..babası eve gelince ona sarılmış ve dolma ısıtmıştır...tahmin edildiği gibi dolma bundan sonra en sevdiği yemek olacaktır...(başa gelen iyi ve kötü olayları yemeklerle bağdaştırmak gibi garip bir huyu vardır..) ertesi gün evde tek başına yemek yemek çok da anormal gelmemeye başlar..sonra ki haftalar evde tek başına olduğu için evin ona yasak olan her çekmecesini, her dolabını açabileceği gerçeğini sonuna kadar sömürdüğünü fark eder ve yapıcak bişey bulamaz..hemen akabinde kafasında parlayan arkadaşlarını davet edip evde oyun oynama fikrini hiç vakit kaybetmeden uygulamaya koyar...yatak odasında ki yatak zıplanmaktan dolayı bozulur...anne ve babanın giysi dolapları, saklambaç oyununun gözde mekanı olduğu için kıyafetler alt üst olur..her dakika cennetten bir saat gibi geçer..hatta bir öğlen oyun o kadar zevklidir ki saate bile bakmazlar ve hayatlarında ilk defa bir dersi, bilinçli olmasa dahi asarlar..saati fark edip okula gittiklerinde bir ders çoktan bitmiştir...bahçede arkadaşlarının " sıçtınız...hoca çok kızdı..okuldan atılcanız..." konseptli zebil konuşmalarına maruz kalan öğrenciler, belki de ders asma olayına ilkoul 2 de başlamanın tehlikelerini bilen öğretmen ve müdür tarafından sonra ki ders tahtaya dizilirler...bir suçlu aranıyordur...kahramanımız yutkunur..fikir sahibi o olduğu için sorumluluk altında ezilmeyi tecrübe eder..ayrıca öne çıkmayı ve suçu kabullenip üstlenmeyi de öğrenir ki, başarılı bir öğrenci olduğu için çok da zılgıt yemez..olanlardan ders çıkarmaya daha bir 10 yıl olduğu için bu olay kimseyi dizginlemez.."istediğini yapma ve sonucuna katlanma" ilkokula giden bir çocukiçin çokta alışık olduğu duygular değildir..korumacı yapıya sahip her türk ailesinde olduğu gibi, oyun oynarken terlemek bile yasaktır zira...özgürlük küçük kızın tutkusu olur birden bire...ona aktarılanlar sadece doğru ve yanlışlar olduğu için, kendi doğru ve yanlışlarını bulmak ister..(bembeyaz olan bir uçtan gençliğin kavak yelleri sayesinde savrulduğu zaman, o meşhur gri metaforuyla o da elbet tanışacaktır..hayatın çan eğrisinde ortada durmak yerinde, her zaman aydınlık tarafa meyilli, karanlıktan korkan açık gri yaşamının hikayesini ilerki yazılarda hep birlikte görücez)

.....

kahraman baba sigara içiyordur ve küçük kız sigaranın kokusunu hiç sevmez..ayrıca zararlı olduğu bu kadar dile getirilen bir şeyi babasının neden içtiğini bir türlü anlayamaz...sigara baba ağzındayken sigarayı keser, sigara paketlerini saklar ve yerini söylemez...zaman geçtikçe artık babası küçük kızdan korkar ve paketleri saklamaya çalişir...heyhaaat...küçük kıza hiç bir numara sökmemektedir...yeri gelir baba küçük kıza kızmaya çalişir ama yaptığı şeyin savunulacak bir tarafı yoktur...küçük kızına sigarayı teşvik etmek istememekle, sigara içme arzusu arasında sıkışıp kalır...tabi bir de işin maddi yönü vardır...bir gün kızına "sigara değil bu kızım, parlament!parlament!" diye isyan eder...ama kız acımasızdır...zararlı olan bu şeyi bu kadar isteyen babasına anlam vermek ister.. bir fikir düşer kafasına...


...öğleden sonra laboratuar dersi...mikroskoptan hücreler incelenicek ilk defa...küçücük bir şeyi görebilme olasılığı heyecanlandırıyor kızları..öğretmen lam lamel olayını ayarlamaya çalişirken sınıfa ağız içinden deri örneği alarak kendi hücrelerini görebileceklerini anlatıyor..sınıfta bir uğultu..kızların yüzünde kocaman gülümsemeler...kahramanımız yeni bir şeyi deneyimlemek üzere olmanın verdiği sevinçle kıpır kıpır...sınıfın neşesi öğretmene de geçmiş olacak ki gülümseyerek "eğer sigara falan içiyosanız burdan anlayabiliriz yani..kıhkıhkıh" der..
4 kızın yüzündeki gülümsemeler donar bir anda...birbirlerine bakarlar...babası içmesin diye sakladığı sigaraları evde arkadaşlarıyla içmekten zerre endişe duymayan küçük kız, endişeye boğulur, nefes alamaz...ve yutkunur.


not: o kız benim...


23 Haziran 2009 Salı

borsa-internet-sizi sevmeyen ama bunu dile getirmeyen arkadaş

borsacı mı olsam diyorum...tüm gün hayatta pek de değer vermediğim ve sadece rahat yaşamak için elimde olsun istediğim paraya bol bol sahip olan insanlar, daha daha bol para sahibi olsunlar diye; dünya piyasasını, güncel haberleri ve teknik analizleri göz önüne alıp mükemmel tahminler yapmak güzel bişey gibi sanki..tamam şimdi işin stressli yanı yok değil..900.000 ler 1 trilyonlar konuşuluyor her gün...2 gündür önemli bir aracı kurumda staj yapıyorum...grafikler, hisse senedi alım satımı falan çok hoşuma gidiyor..ayrıca insanlarla iç içe olunan bir meslek..müşterilerinizin her bir haltını biliyorsunuz...onlar iletişim kuruyorsunuz..yıllar boyu sürecek ilişkiler başlıyor..her gün ne ile karşılaşacağınız belli değil bu da monotonluktan uzaklaştırıyor işi...tek zorluğu çok iyi bilgi birikimi ve çelik gibi sinirlerin sahip olma zorunluluğu..kalifiye adam eksiği müthiş bir sektör olduğu kesin finansal piyasaların..o yüzden düşünebilirim
peki ne mi dikkatimi çekti şu iki günde...buraya gelen müşterilerin yüzde 96 sı ( küsüratlıysa atmış olamam dimi..baya baya istatatistik çıkardık burda..standart sapmasıylan falan..) 80 küsür yaşında insanlar...hepside çok sevdi beni iki günde hemen..yaşlıların dayanamadığı birşey varsa o da güler yüzdür zaten...mesela bir teyze var..emekli edebiyat ve fransızca öğretmeni... daimi müşterilerilerden...sabah geliyor ve akşama kadar buralarda dolanıyor..hatta şimdi karşıdan geliyor..yüzüne bakarak yazıyorum..portföy tablosunu verdim gidiyor şimdi..arkasına bakarak yazıyorum...hocamız sabah borsa açılmadan geliyor...dünkü hisse kapanış değerlerine bakar alım-satım emirleri veriyor..çay içiyor,sohbet ediyor,üstümdekine bir övgü, boyuma bir övgü, güzelliğime bir övgü..ama canı sıkkınsa yüzüne bile bakmıyor..biraz aksi ve yaşlı..buruş buruş olmuş vücüduna bol gelen pamuklu bluza bakarak düşünüyorum..ne gerek var bu yaşta?
bir çift var...yani bunlar amca ve teyze..teyzenin kulağı ağır duyduğu için öle çok bağırıyor ki ilk duyduğumda teyze amcayı paralıyor zannettim..ve düşündüm..ne gerek var bu yaşta?
yani ne biliyim bu kadar yaşlandıktan sonra paramı harcamaya bakarım herhalde..yani yine yaparım yatırımımı ama bu kadar da paracı olunmaz kuzum..belki de benim etrafımda ki yaşlılar öyle olduğu için böyle düşünüyorum...ne olursa olsun..para göz yaşlı bir garip oluyor azizim..kolumu uzatsam bacağımı kaptırıcakmışım gibi hissediyorum...nerde nur yüzlü nineler nerde onlar...

stajdan bahsetmek gerekirse iki günde herkes tarafından sevildim çok şükür..çaycı abla olsun, bölüm yöneticisi olsun, muhasebede ki abiler olsun sıcak insanlar allahtan...çabuk kavrayan kıvrak zekama ve hamarat işlerime övgüler aldıkça, kalkan kıçım kumaş pantolanda gerilmeler meydana getirmeye başladı....kilo da almış olabilirim tabi :)

internetim yok evde..bir arkadaşa kap bir güzel film gel izleyelim bende dedim..sanırım yok güzel film diye cevap yolladı...oysa maksat görüşmek...ama işte bazen insanları bir kere red edersiniz, onlarda hınçlarından 100 kere red ederler sizi...hayır okuyorsan uur efendi, görüşmek istemiyorum senle defol git hatun de..çık git ne halt edersen et de...ya rahat bırak arkadaşım samimi olma,zerre sevmiyorum seni de..muhabbetin de bok gibi zaten de.... ama güzel film varsa izleyelim beraber dediğimde, sanırım yok diye kestirip atma.....ayıp....mesaj atmışız, değer vermişiz...kuru bir mesaj...kırıyor gerçekten.

edit: imla hataları ve düşük cümleler için özür..düzeltemedim iş yerinde yazdığım için..elimiz sürçtüyse af ola...öptüm hepiniz..(arkadaş hariç)

17 Haziran 2009 Çarşamba

memur çocuğu olmak #1

"gülümseee..gülümsee.." diyordu kendine..ve gerçeten kocaman bir gülümseme vardı suratında...koridorda bir sınıf kapısının yanında duran ve kendi kendine gülen bu kız, birazdan çağırılıp içeri gireceğini ve yeni sınıfıyla tanışacağını bilmenin heyecanı ile aslında birazda gergin gülümsüyordu...sakin olması ve gülümsemesi gerektiğini kendine tekrar dikte eden Bartın aktarmalı bu öğrenci, oluşacak ilk izlenimleri sevimlilik ve kendine güven ile fethedebileceği inancına sıkı sıkıya sarılmıştı...


babam polis, annem öğretmen olduğu için bir kaç kez okul değiştirdim ama ortalama bir memur çocuğuna oranla az..yine de okul değiştirmek, yaşadığın ili değiştirmek, bir anda dönem ortasında pat diye önceden çoktan kaynaşmış bir sınıfın ortasına düşmek yabancı olduğum durumlar değil...
herkes arkadaş edinmiştir,kim güzel kim yakışıklı kim populer belirlenmiştir...acayip kişilikli olanlar dışlanmıştır...yazısız kurallar işlenmiştir akıllara..ve sen gelirsin...hiçbir şey bilmeyen saftirik bir insan..önce müdür muavini girer sınıfa sen koridorda beklersin..ders vardır içeride...muavin öğretmenle konuştuktan sonra kapıya bakıp "gel kızım" der...içeri girersin...bütün bakışlar üstündedir..süzülürsün..fısıldaşmalar olur...sadece öğretmenin yüzüne bakarsın..bazende yere..arada kafanı kaldırıp sınıfa göz gezdirirsin...sırıtan,fısıldaşan yüzler görürsün..."oha deve gibi..ayı gibi.." diye laflar duyarsın gerilerden..kızarırsın ama duymamış gibi yaparsın..çocukluğun acımasız gerçeklerine alışmışsındır zaten...kendini tanıt der öğretmen...o yaşta bilirsin kendini tanıtmayı..sınıf biraz suskunlaşır..başka bir yerden gelen ve kendini tanıtan kendi yaşlarındaki bu kız gizemli gelmeye başlar...güzel bir ismin olduğu için sessizce şükredersin..öğretmen her zaman anlayışlı ve güler yüzlü davranır...bir yer gösterir ve oraya otur der...oturursun...ders biter...sınıfın bir kısmı tarafından ilgi odağı olursun..mutlaka seni katagörize etmeleri gerektiğini bilen sınıf arkadaşlarının sorularına cevap verirsin...bu noktadan sonra kader devreye girer...kantine gidiyoruz gel istersen teklifini kabul ettiğin insanlar, senin bilmeden aralarına girdiğin bu grubun elemanları, acaba iyi birileri mi? ya da sınıfta fark ettiğin en az bir tane olmazsa olmaz kuralının temsilcisi olan o hoş çocuk bu grupla ters mi?işler kadere kalmıştır..tek yapman gereken işleri oluruna bırakmaktır...kontrolsüzsündür ve samimiyetinden başka birşeyin yoktur...kendini tanıtma fırsatın vardır ve bu sefer daha düzgün bir insan olacağına söz verirsin...


"gel kı..." dedi önce müdür muavini..sınıf kapısının yanında bir iki saniyeliğine dona kalmıştı..koridorda beklemesini söylediği yeni gelen kız öğrenci 31 diş sırıtıyordu kendi kendine..o da dona kalmıştı..bitmek bilmeyen o iki saniye sonra muavin şaşkınlığını kafasını sallayarak dağıtmış ve "gel kızım.." diyerek sözünü tamamlamıştı...kıpkırmızı bir suratla içeri giren o kız öğrenci için gülme krizini engellemek o kadar da kolay olmamıştı ne yazık ki...



not:o kız benim..