30 Ocak 2012 Pazartesi

Eşşek gözlerim vs Facebook

Şu günlerde nereye gitsem, hangi sokaktan geçsem, hangi kafeye otursam, hangi en olmadık büfecide ekmek arası dürüm yesem hep aynı manzara, fotoğraf çekilen insanlar. Bunda ne kötülük var diye düşünmek istedim önce, sen fotojenik değilsin diye gülümseyebilen insanlara çemkirmeye hakkın yok eşşek sıpası dedim ama kazın ayağı öyle değil işte. Fotoğraf çekilen her insanın gözlerinde bunu ölümsüzleşen bir anı olarak saklamak değilde bir an önce facebook'ta paylaşmak isteyen o deli ışıltıyı görüyorum. O deli ışıltı beni korkutuyor işte. Çünkü ben o ışıltıyı hayal aleminde oradan oraya vurup sonra da sanki dramatik bir film sahnesinde önemli bir sahneyi oynuyormuşçasına aynada gözlerimin içine baktığım zaman görüyorum. Ben o ışıltıyı aslında yaşamadığım bir anı yaşadığımı hayal ederken görüyorum. Ne mutlu bana ki hayal aleminde dünyanın en güzel, en zeki, en iyi , en zengin, en en en kadını ben dahi olsam asla gerçek hayatta hissettiğim "yaşıyorum, aman tanrım yaşıyoruum" duygusundan vazgeçmedim. Yaşamak öyle ya da böyle olduğun gibiyken ve nasıl değişeceğini bilemediğin için güzel. İnsanlar artık deliler gibi eğlenmeseler de bunu yansıtan fotoğraflarını başka insanlara göstererek kendilerine yaşamadıkları bir dünya kuruyorlar ve gitgide bu dünya onların habitatları olmaya başlıyor. Hatta sanki Facebook her defasında gerçek dünyadan daha fazla bakire duyguyu kurban eden ve milyonlarca müridi olan bir tanrı. Sosyal medya aldı başını gitti bunu zaten görüyoruz ki bu konuda hiç bir sıkıntım yok, ben sadece gerçek hayatın içinde gözlerinde o ışıltıyla yaşayan mutsuz insanların facebook'taki mutlu halleriyle yarışarak, neden birbirlerinden daha mutlu olmaya çalışıyorlar onu anlamıyorum. En mutlu olan, en çılgın yaşayan cennete mi gidiyor? Ben kahve kokusunun sardığı ortamda, fonda güzel bir müzik mırıldanırken süper hoş bir sohbetin ortasında gözlerine baktığım kişinin telefonunda facebookuna bakmasını hala sindiremiyorum azizim. Tamam belki orası bir kebapçıydı, tamam belki acılı adanın üstüne künefe bekliyorduk ve müzikte berbattı ama ortada bir gerçek varsa o da benim kocaman endilşeli, eşşek gözlerimdi ve bugün yenildi.

25 Ocak 2012 Çarşamba

Bence hayat gelmesin abi

Bu bloga başladığım zaman herkes gibi nacizane mal bir üniversite öğrencisiydim efendim. Hani hayatın bir türlü seni çekemediği çocukluk yıllarından sonra, küskün ergenliğini lisede geçirirsin ve sonra hayat sana burası kastı artık gel başka yere geçelim der ama o yer tam olarak neresi tarif etmez ve sen de adres sormak insanlık iç güdülerime hakarettir düsturu ile 2. vitese takıp "1. dönemin harcı peşin + kaparo" üniversitelerinin birinde "yaşadığım ülkede geçerli bir meslek okumalıyım" bölümlerinden birine girersin. Orada senin gibi hayat tarafından ekilmiş bir grup insanla hayata küfrede küfrede kafelere gidersin, dersi kırarsın, bira içersin. Yıllar geçtikçe o insanlara bir şeyler olur, herkes sonunda hayatla deliler gibi sevişecekmiş gibi büyümenin derdine düşer. Büyümek çocukken izin verilmeyen şeyleri yapabilmek iken, gençliğinde insanların gösterdiği kapılardan geçmek, başarı basamaklarını tırmanmak, takım elbise giyip fön çektirmektir artık. İşsizlik diye adlandırılan pezevengin orospusu olmuşsundur. Girersin sen de o sınavlara, bir sene önce hayatta işim olmaz dediğin bankanın cevap kağıdına dalmıştır gözün, yanında eşantiyon anahtarlığın, nasıl düştüm ben bu yola dersin. İş arama sitelerinden, cv'lerden bahseder herkes. Hangi sınav hangi tarihte, başvurusu ne zaman, mülakatı ne zaman gibi soruların cevabını barındıran" sınav guide" arkadaşların arar haftada bir seni. Herkes çok heveslidir topuklu ayakkabı ile mermer yerlerde yürümeye, slim fit ceketler içinde incecik kıravatlar takmaya. Hayat herkesi arayıp nerede olduğunu söylemişte özellikle senin gelmeni istememiş gibi boktan bir psikolojiye girersin. Daha ne kadar dibi görebilirim derken sevgilin aldatır seni. Kaldın mı tek başına, kaldın.
Şimdi git bi iki elini yüzünü yıka, otur, sevdiğin çizgi filmi aç gecenin bir yarısı, abur cubur ye, sonra yat. Sabah kalktığında şunu bil, sen aslında büyüdün sadece bunu göstermek için değişmene gerek yok. Sen yemene izin verilen o tek çeşit şekerlemeyi elinin tersi ile iten yürekli bir çocuksun. Sen şekerleme kabına uzanabilmek için büyüdüğünü bilen ve şimdi kimsenin sana çocuk muamelesi yapmasına tahammülü olmayan olgun bir yetişkinsin.

İşte bu yüzden bil ki, hayat seni ekmedi canım benim, o seni sadece çekemedi.

10 Ocak 2012 Salı

Hey! Ben geldim..

Merhaba sevgili eşşek sıpasını bir şekilde takip etmiş olup sonra ondan 2 yıl boyunca haber alamayan güruh! Naber? Öyle yüzsüzüm öyle yüzsüzüm ki hiç özür ayaklarına girmeden açık açık söyleyeceğimi söyleyeyim; hayatımın, gayemin peşine düştüm arkadaşım, bu hayatta ne yapmak istiyorum sorusunun cevabının peşine düştüm. Hayatım boyunca benden kaçtı bu cevap ama ben onu takip etmekten yıldım mı, tabi ki hayır. Gece gündüz aklıma sıçtı ben sifonu çektim mi, hayır. Mal gibi sokaklarda dolaşıp insanların gayeli gayesiz mutlu mesut dolaşmalarını seyrettirdi ben emekli bankında yer edindim mi, hayır. Eğer bu satırları okurken aklından " uzatma lan neymiş cevap neye benziyormuş?" diye düşüneniniz varsa ona söyleyeceğim şey şudur; görsen tanırsın abi.

Ne oldu? Olmadı mı? O zaman şunu al, ben bulana kadar anam ağladı sen iki dakikada neyi nerede öğrenmek istiyorsun göt, olur. Ha bunu ben derim, ama ikinci alternatifte derim.

Yakında değişen formatım, yaşantım ve blogum ile yeniden aranızda anırıyor olacağım canlar.

Kendinize cici bakın.