Dışarı çıktık, yerlerde kum var. Şu anda nedenini hatırlayamadığım bir nedenden dolayı kumla haşır neşiriz. Ürgüp'de bahçesinde ağaç olmayan bir okuldayız, ilk günlerim ve daha 7 yaşındayım. Yerdeki kumlara elimi sokup parmaklarımın arasından kaymasına romantik gibi şaşıran bir çocuk değildim ne yazık ki. Hayvan gibi, görmemiş gibi dalıyorum kuma. Etrafımdaki sınıf arkadaşlarımı "daha dün bir bugün iki" demeden kum atma oyunu için ikna etmeye çalışıyorum. Tam ilk hamleyi yaparsam gerisi gelir diye düşünerek yere oturup önüme kum yığıyordum ki, tepemdeki bir gölge "merhaba" dedi. Sonrasını bir film sahnesi gibi hatırlıyorum. Güneşten dolayı gözlerimi kısmış, her tarafı kumla kaplı çekik gözlü fil yavrusu misali kafamı kaldırıyorum. Sarışın, mavi gözlü, maalesef amerikan tıraşlı (90lar) bir çocuk bana gülümsüyor. Ve ben ellerimin arasındaki kumların yavaşça ona doğru kaydığı o sonbahar ilk defa aşık oluyorum.
İlkokulu farklı, ortaokulu farklı, liseyi farklı memleketlerde geçirerek iç anadolu-karadeniz-ege bölgelerini patates, hamsi ve zebze yiyerek öğrendim. Ürgüp'te yazlar sıcak ve kurak, kışlar ise belimize kadar karla geçiyordu. Annemle babamın tayini çıktığı zaman 4 yaşındaydım ve elin memleketinde beni emanet edecekleri kimse olmadığı için hemen anaokuluna yazdırdılar. Yanında kız lisesi olan bu anaokuluna boyum kadar taştan basamakları olan dik bir sokak merdivenini tırmanarak çıkabiliyorduk. Bazen anam babam arabadan inmez oradan geçen liseli bir kıza elimi emanet edip bay bay yaparlardı. Hem arkama bakıp hem kocaman merdivenleri çıkamadığım için ya düşme tehlikesi geçirir, ya da kulağımda sesleri yankılanırken arkama dönmeyerek kendimce onlara ceza verirdim. Çünkü beni elin kızına emanet etmeleri arada gücüme gidiyordu ama çok da dert etmiyordum. Benim zamanımda öyle ete boka hassas olup travma geçirmek moda değildi. Eşşek gibi terliği kıça yiye yiye büyünürdü zira merdivenler bitip içeri girdiğimde anamı babamı çoktan unutan kayıtsız gibi bir şey oluyordum hemen. 2 yıl anaokulundan sonra bir sene annemin okulundaki ana sınıfına başladım. Resmen öğretmen çocuğuydum artık. Saçımın arkasında kuyruğumla (90lar) maalesef kendimi havalı hissediyordum. Öğlenleri öğretmenler odasında takılmalar, kendi öğretmenimin orguyla oynamalar, bunların hepsi beni ilkokula hazırlayan güzel deneyimlerdi. Zira okulun ilk günü babasını sınıftan kovan tek çocuktum galiba. Benim alanıma girmiş gibiydi ve evet o yaştan alan kavgası yapan fil gibi kayıtsız çekik gözlü iri bir kızdım ben!
Sınıf birincisiyim, sınıf başkanıyım, kızılay kolu başkanıyım, okulda lakabım "abla" ama gel gör ki şişmanım. Kimine göre fil kimine göre ayı, anneme göre güzel, ablama göre komik..Benim ise tek önem verdiğim onun beni nasıl gördüğü idi. 5 yıl boyunca onu sevdim, onu düşündüm, onu (ve bazen de Burak Kut'u(90lar)) hayal ettim. Sıralardan ittim, oyun oynadiım, elini tuttum, tokat attım, doğum gününe gittim, futbol oynadım, şiir yazdım, kıskandım, gözlerine baktım, kavga ettim, küstüm, barıştım, sarıldım ve bir gün 5. sınıftayken benden hoşlandığını öğrendim(Hobaaaaaaaaaa). Yazın bana çıkma teklif etmeyi düşünüyormuş(Hobaaaaaaaaaa). Ben bir kuğuyum artık, onu gördüğüm ilk günkü gibi elimin arasındaki erimiş kalbimi suratına fırlatmak, yıllardır içimde tuttuğum aşkımı haykırmak istiyorum. Yaz tatilinin ilk okulun son günü, karne aldık okulun önünde, dağılıyoruz. Ben yarın memlekete gidiyorum her yaz gibi ama sorun değil. Gözüm onu arıyor ve bir arkadaşı ile konuşarak bahçenin diğer tarafına yürüdüğünü görüyorum. Birden nedense aynı taraftan babamın da geldiğini de görüyorum. Beni almaya gelmiş işimiz varmış. Gidiyoruz. Meğer babamın tayini çıkmış. Ablamla ben memleketteyken annemle babam evi taşıyor. Ve ben o yaz bu durumu duyan en son kişi oluyorum. Arkadaşlarımla vedalaşamadan, sevdiğimin beni sevdiğini duyamadan, bilmediğim bir şehrin kimseyi tanımadığım ilçesinden birine giden yolda arabanın camından dışarı bakıyorum. Travma o zaman moda değil, bir sonraki aşkıma kadar kayıtsız gibi büyüyorum.