4 Ekim 2009 Pazar

Dönücem..sadece bekliyorum

ne olduğunu bilmediğim birşey bekliyorum..tekrar yazmak için..doluyorum,istiyorum ama elim varmıyor işte..bişey olucak..ve ben o şeyin beklediğim şey olduğunu anlıycam...böle hissediyorum

29 Temmuz 2009 Çarşamba

turkcell 3G deki adam


reklamın iticiliğinden yada pazarlama rezaletinden, sadece akılda kalıcı gıcık bir 4 lükle evlere şenlik bir teknolojiyi satmaya çalışmalarından falan bahsetmiycem...bu sefer değil...

madem merak güzel şey merak ediyorum ve soruyorum..

hidayetin duvara yaslandığı sahnede, alttan geçen adamı herkes fark etti mi?

o adamın yüzünde ki "napıyorum ki ben" mesajlı yarı dehşet ifadeyi...yüzü ekrana dönük yan yan yengeç yürüyüşünü...çok kısa bir an görünüyor...gerçekten çok merak ediyorum bu sorunun cevabını..

eğer yanıtlarınız sen söyleyene kadar fark etmedikse, ben kendimden korkmaya başlıycam...zira film izlediğimde yada başka zamanlarda da oluyor bu...böle bir algıda seçiciliğe sahip olmak için ne kadar boktan bir hayat yaşayabilirim ki...ben o adamı farketmek için ne yaptım tanrım bu hayatta...


29 Haziran 2009 Pazartesi

memur çocuğu olmak #2

ÖNSÖZ:
"vay anam yazıda amma uzunmuş, okumaya üşeniyorum yeminle.." zihniyetiyle okumayan okuyucuya burdan yazıklar olsun diyorum...iş yerindeyiz demedik, yazdık...azcık emeğe saygı...yorumda yazalım....sevindirelim yazarımızı :)

"öhöö..öhööö..öhö.."
öksürme eylemi isterik bir hal almaya başlamıştı...Ürgüp'de kiralık evlerden birinin salonunda yere oturmuş dört küçük kız, parmaklarından daha uzun olan parlamentleri, o zamanın parlament sinema kuşağında izledikleri dişi karakterler gibi tutmaya özen gösteriyorlardı..
orta parmala işaret parmağı arasındaki sigaranın yere doğru eğik mi, yoksa yere tam paralelel mi,ya da yukarı doğru hafif açılı mı tutmaları gerektiğini tam olarak bilmeselerde, sigara içmenin nasıl bir duygu olduğunu bilmek kendilerini yeterince büyük hissettiriyordu...bu kadar bernat bişey olduğunu tahmin ettiğini düşündü ev sahibi kız...babası içmesin diye sakladığı sigaraları, öğle arasında evde sınıf arkadaşlarıyla içmekten dolayı zerre endişe duymuyordu..kendine göre haklı bir nedeni ve karşı konulamaz bir merakı vardı..


okula çok yakın bir yerde kiralık evleri vardı...anne ilçenin uzak bir kasabasının okul binasında çocukları eğitiyordu, baba emniyet binasında insanları koruyordu...ilkokula başladığı ilk yıl, ablası 5. sınıftaydı ve bir sene boyunca öğle aralarında eve gelip annelerinin bıraktığı yemeği ısıtıp yiyorlardı..ablanın sorunluluğunda ki her küçük kardeş gibi pervasız ve dalgın bir yapıya sahipti kahramanımız...ablasının karakterine olabildiğince zıt bir kişiliğe sahip olan küçük, aslında % 82 tek çocuk psikolojisiyle de büyüdüğü için, kendi kendine yetebilme potansiyeline sonradan sahip olacaktı..yine de severdi ablasını..ocakta yemeleri için bırakılan pırasayı beğenmedikleri için ablasının hayatında yaptığı ilk sahanda yumurtanın hayatında yediği en lezzetli sahanda yumurta olduğunu 22 yaşında dahi dile getirecektir mesela..belki de ortak bir suç işlemenin, ortak duygulara sahip olmanın eşsiz saniyelerini çok az yaşayabildiği içindir...bir sene sonra ablası anadolu lisesine transfer olmuş, öğlen yemeklerine tek başına gitme sorumluluğuna 2. sınıfta sahip olmak zorunda kalmıştı...evde geçireceği ilk öğlen babası eve gelicek ve ona talimatlar vericekti..en azından ona öyle denmişti ama babası insanları korumakla çok meşgul olduğu için geç kalmıştı..eve girdiğinde kimseyi bulamayan küçük kahramanımız, evde yankılanan "babaaa!.." seslerine yanıt alamayınca , izlediği tüm korku ve şiddet filmlerinin sahnelerini istememsizce hatırlayarak, ağlamıştır...(evet o zaman akıllı işaretler yoktur televizyonlarda ve özel kanallar tavşanlar gibi üremektedir..)
balkona çıktığında babasını arabadan inerken görmüş ve bu sefer rahatlamaktan dolayı gözyaşlarına boğulmuştur..babası eve gelince ona sarılmış ve dolma ısıtmıştır...tahmin edildiği gibi dolma bundan sonra en sevdiği yemek olacaktır...(başa gelen iyi ve kötü olayları yemeklerle bağdaştırmak gibi garip bir huyu vardır..) ertesi gün evde tek başına yemek yemek çok da anormal gelmemeye başlar..sonra ki haftalar evde tek başına olduğu için evin ona yasak olan her çekmecesini, her dolabını açabileceği gerçeğini sonuna kadar sömürdüğünü fark eder ve yapıcak bişey bulamaz..hemen akabinde kafasında parlayan arkadaşlarını davet edip evde oyun oynama fikrini hiç vakit kaybetmeden uygulamaya koyar...yatak odasında ki yatak zıplanmaktan dolayı bozulur...anne ve babanın giysi dolapları, saklambaç oyununun gözde mekanı olduğu için kıyafetler alt üst olur..her dakika cennetten bir saat gibi geçer..hatta bir öğlen oyun o kadar zevklidir ki saate bile bakmazlar ve hayatlarında ilk defa bir dersi, bilinçli olmasa dahi asarlar..saati fark edip okula gittiklerinde bir ders çoktan bitmiştir...bahçede arkadaşlarının " sıçtınız...hoca çok kızdı..okuldan atılcanız..." konseptli zebil konuşmalarına maruz kalan öğrenciler, belki de ders asma olayına ilkoul 2 de başlamanın tehlikelerini bilen öğretmen ve müdür tarafından sonra ki ders tahtaya dizilirler...bir suçlu aranıyordur...kahramanımız yutkunur..fikir sahibi o olduğu için sorumluluk altında ezilmeyi tecrübe eder..ayrıca öne çıkmayı ve suçu kabullenip üstlenmeyi de öğrenir ki, başarılı bir öğrenci olduğu için çok da zılgıt yemez..olanlardan ders çıkarmaya daha bir 10 yıl olduğu için bu olay kimseyi dizginlemez.."istediğini yapma ve sonucuna katlanma" ilkokula giden bir çocukiçin çokta alışık olduğu duygular değildir..korumacı yapıya sahip her türk ailesinde olduğu gibi, oyun oynarken terlemek bile yasaktır zira...özgürlük küçük kızın tutkusu olur birden bire...ona aktarılanlar sadece doğru ve yanlışlar olduğu için, kendi doğru ve yanlışlarını bulmak ister..(bembeyaz olan bir uçtan gençliğin kavak yelleri sayesinde savrulduğu zaman, o meşhur gri metaforuyla o da elbet tanışacaktır..hayatın çan eğrisinde ortada durmak yerinde, her zaman aydınlık tarafa meyilli, karanlıktan korkan açık gri yaşamının hikayesini ilerki yazılarda hep birlikte görücez)

.....

kahraman baba sigara içiyordur ve küçük kız sigaranın kokusunu hiç sevmez..ayrıca zararlı olduğu bu kadar dile getirilen bir şeyi babasının neden içtiğini bir türlü anlayamaz...sigara baba ağzındayken sigarayı keser, sigara paketlerini saklar ve yerini söylemez...zaman geçtikçe artık babası küçük kızdan korkar ve paketleri saklamaya çalişir...heyhaaat...küçük kıza hiç bir numara sökmemektedir...yeri gelir baba küçük kıza kızmaya çalişir ama yaptığı şeyin savunulacak bir tarafı yoktur...küçük kızına sigarayı teşvik etmek istememekle, sigara içme arzusu arasında sıkışıp kalır...tabi bir de işin maddi yönü vardır...bir gün kızına "sigara değil bu kızım, parlament!parlament!" diye isyan eder...ama kız acımasızdır...zararlı olan bu şeyi bu kadar isteyen babasına anlam vermek ister.. bir fikir düşer kafasına...


...öğleden sonra laboratuar dersi...mikroskoptan hücreler incelenicek ilk defa...küçücük bir şeyi görebilme olasılığı heyecanlandırıyor kızları..öğretmen lam lamel olayını ayarlamaya çalişirken sınıfa ağız içinden deri örneği alarak kendi hücrelerini görebileceklerini anlatıyor..sınıfta bir uğultu..kızların yüzünde kocaman gülümsemeler...kahramanımız yeni bir şeyi deneyimlemek üzere olmanın verdiği sevinçle kıpır kıpır...sınıfın neşesi öğretmene de geçmiş olacak ki gülümseyerek "eğer sigara falan içiyosanız burdan anlayabiliriz yani..kıhkıhkıh" der..
4 kızın yüzündeki gülümsemeler donar bir anda...birbirlerine bakarlar...babası içmesin diye sakladığı sigaraları evde arkadaşlarıyla içmekten zerre endişe duymayan küçük kız, endişeye boğulur, nefes alamaz...ve yutkunur.


not: o kız benim...


23 Haziran 2009 Salı

borsa-internet-sizi sevmeyen ama bunu dile getirmeyen arkadaş

borsacı mı olsam diyorum...tüm gün hayatta pek de değer vermediğim ve sadece rahat yaşamak için elimde olsun istediğim paraya bol bol sahip olan insanlar, daha daha bol para sahibi olsunlar diye; dünya piyasasını, güncel haberleri ve teknik analizleri göz önüne alıp mükemmel tahminler yapmak güzel bişey gibi sanki..tamam şimdi işin stressli yanı yok değil..900.000 ler 1 trilyonlar konuşuluyor her gün...2 gündür önemli bir aracı kurumda staj yapıyorum...grafikler, hisse senedi alım satımı falan çok hoşuma gidiyor..ayrıca insanlarla iç içe olunan bir meslek..müşterilerinizin her bir haltını biliyorsunuz...onlar iletişim kuruyorsunuz..yıllar boyu sürecek ilişkiler başlıyor..her gün ne ile karşılaşacağınız belli değil bu da monotonluktan uzaklaştırıyor işi...tek zorluğu çok iyi bilgi birikimi ve çelik gibi sinirlerin sahip olma zorunluluğu..kalifiye adam eksiği müthiş bir sektör olduğu kesin finansal piyasaların..o yüzden düşünebilirim
peki ne mi dikkatimi çekti şu iki günde...buraya gelen müşterilerin yüzde 96 sı ( küsüratlıysa atmış olamam dimi..baya baya istatatistik çıkardık burda..standart sapmasıylan falan..) 80 küsür yaşında insanlar...hepside çok sevdi beni iki günde hemen..yaşlıların dayanamadığı birşey varsa o da güler yüzdür zaten...mesela bir teyze var..emekli edebiyat ve fransızca öğretmeni... daimi müşterilerilerden...sabah geliyor ve akşama kadar buralarda dolanıyor..hatta şimdi karşıdan geliyor..yüzüne bakarak yazıyorum..portföy tablosunu verdim gidiyor şimdi..arkasına bakarak yazıyorum...hocamız sabah borsa açılmadan geliyor...dünkü hisse kapanış değerlerine bakar alım-satım emirleri veriyor..çay içiyor,sohbet ediyor,üstümdekine bir övgü, boyuma bir övgü, güzelliğime bir övgü..ama canı sıkkınsa yüzüne bile bakmıyor..biraz aksi ve yaşlı..buruş buruş olmuş vücüduna bol gelen pamuklu bluza bakarak düşünüyorum..ne gerek var bu yaşta?
bir çift var...yani bunlar amca ve teyze..teyzenin kulağı ağır duyduğu için öle çok bağırıyor ki ilk duyduğumda teyze amcayı paralıyor zannettim..ve düşündüm..ne gerek var bu yaşta?
yani ne biliyim bu kadar yaşlandıktan sonra paramı harcamaya bakarım herhalde..yani yine yaparım yatırımımı ama bu kadar da paracı olunmaz kuzum..belki de benim etrafımda ki yaşlılar öyle olduğu için böyle düşünüyorum...ne olursa olsun..para göz yaşlı bir garip oluyor azizim..kolumu uzatsam bacağımı kaptırıcakmışım gibi hissediyorum...nerde nur yüzlü nineler nerde onlar...

stajdan bahsetmek gerekirse iki günde herkes tarafından sevildim çok şükür..çaycı abla olsun, bölüm yöneticisi olsun, muhasebede ki abiler olsun sıcak insanlar allahtan...çabuk kavrayan kıvrak zekama ve hamarat işlerime övgüler aldıkça, kalkan kıçım kumaş pantolanda gerilmeler meydana getirmeye başladı....kilo da almış olabilirim tabi :)

internetim yok evde..bir arkadaşa kap bir güzel film gel izleyelim bende dedim..sanırım yok güzel film diye cevap yolladı...oysa maksat görüşmek...ama işte bazen insanları bir kere red edersiniz, onlarda hınçlarından 100 kere red ederler sizi...hayır okuyorsan uur efendi, görüşmek istemiyorum senle defol git hatun de..çık git ne halt edersen et de...ya rahat bırak arkadaşım samimi olma,zerre sevmiyorum seni de..muhabbetin de bok gibi zaten de.... ama güzel film varsa izleyelim beraber dediğimde, sanırım yok diye kestirip atma.....ayıp....mesaj atmışız, değer vermişiz...kuru bir mesaj...kırıyor gerçekten.

edit: imla hataları ve düşük cümleler için özür..düzeltemedim iş yerinde yazdığım için..elimiz sürçtüyse af ola...öptüm hepiniz..(arkadaş hariç)

17 Haziran 2009 Çarşamba

memur çocuğu olmak #1

"gülümseee..gülümsee.." diyordu kendine..ve gerçeten kocaman bir gülümseme vardı suratında...koridorda bir sınıf kapısının yanında duran ve kendi kendine gülen bu kız, birazdan çağırılıp içeri gireceğini ve yeni sınıfıyla tanışacağını bilmenin heyecanı ile aslında birazda gergin gülümsüyordu...sakin olması ve gülümsemesi gerektiğini kendine tekrar dikte eden Bartın aktarmalı bu öğrenci, oluşacak ilk izlenimleri sevimlilik ve kendine güven ile fethedebileceği inancına sıkı sıkıya sarılmıştı...


babam polis, annem öğretmen olduğu için bir kaç kez okul değiştirdim ama ortalama bir memur çocuğuna oranla az..yine de okul değiştirmek, yaşadığın ili değiştirmek, bir anda dönem ortasında pat diye önceden çoktan kaynaşmış bir sınıfın ortasına düşmek yabancı olduğum durumlar değil...
herkes arkadaş edinmiştir,kim güzel kim yakışıklı kim populer belirlenmiştir...acayip kişilikli olanlar dışlanmıştır...yazısız kurallar işlenmiştir akıllara..ve sen gelirsin...hiçbir şey bilmeyen saftirik bir insan..önce müdür muavini girer sınıfa sen koridorda beklersin..ders vardır içeride...muavin öğretmenle konuştuktan sonra kapıya bakıp "gel kızım" der...içeri girersin...bütün bakışlar üstündedir..süzülürsün..fısıldaşmalar olur...sadece öğretmenin yüzüne bakarsın..bazende yere..arada kafanı kaldırıp sınıfa göz gezdirirsin...sırıtan,fısıldaşan yüzler görürsün..."oha deve gibi..ayı gibi.." diye laflar duyarsın gerilerden..kızarırsın ama duymamış gibi yaparsın..çocukluğun acımasız gerçeklerine alışmışsındır zaten...kendini tanıt der öğretmen...o yaşta bilirsin kendini tanıtmayı..sınıf biraz suskunlaşır..başka bir yerden gelen ve kendini tanıtan kendi yaşlarındaki bu kız gizemli gelmeye başlar...güzel bir ismin olduğu için sessizce şükredersin..öğretmen her zaman anlayışlı ve güler yüzlü davranır...bir yer gösterir ve oraya otur der...oturursun...ders biter...sınıfın bir kısmı tarafından ilgi odağı olursun..mutlaka seni katagörize etmeleri gerektiğini bilen sınıf arkadaşlarının sorularına cevap verirsin...bu noktadan sonra kader devreye girer...kantine gidiyoruz gel istersen teklifini kabul ettiğin insanlar, senin bilmeden aralarına girdiğin bu grubun elemanları, acaba iyi birileri mi? ya da sınıfta fark ettiğin en az bir tane olmazsa olmaz kuralının temsilcisi olan o hoş çocuk bu grupla ters mi?işler kadere kalmıştır..tek yapman gereken işleri oluruna bırakmaktır...kontrolsüzsündür ve samimiyetinden başka birşeyin yoktur...kendini tanıtma fırsatın vardır ve bu sefer daha düzgün bir insan olacağına söz verirsin...


"gel kı..." dedi önce müdür muavini..sınıf kapısının yanında bir iki saniyeliğine dona kalmıştı..koridorda beklemesini söylediği yeni gelen kız öğrenci 31 diş sırıtıyordu kendi kendine..o da dona kalmıştı..bitmek bilmeyen o iki saniye sonra muavin şaşkınlığını kafasını sallayarak dağıtmış ve "gel kızım.." diyerek sözünü tamamlamıştı...kıpkırmızı bir suratla içeri giren o kız öğrenci için gülme krizini engellemek o kadar da kolay olmamıştı ne yazık ki...



not:o kız benim..

29 Mayıs 2009 Cuma

pepsipepsipepsi

daha da Pepsi içmem..

zaten içimiyordum ama artık hiç içmem...



peki ne düşünüyordun Pepsi hı? gerçekten merak ediyorum..

holding binasında günlerden bir gün sivri zekalı bir beyaz yakalı "buldum!" mu dedi



-buldum! altın günleri! apartman günleri! akraba günleri!...ve ladies and gentlemans..yeni hedef kitlemiz.........bakımlı olmaya çalişan ama olmayan,olamayan...şişman,özgüvenli,oynak,duyarlı,bariton sesli....gerektiği yerde gülen gerektiği yerde çemkiren,burnu her yere uzayan,dolma parmaklı,geniş boğazlı TEYZELER!!



+(şakşaşak..).bravo be! (şakşakşak )aslansııııınnn! (şakşakşak) kaplanasııınnn!

+efendim..seda sayan 3. hatta...



-hehehe..bağlayın a.q...

28 Mayıs 2009 Perşembe

telefonu kapatırken bir şey söylemeliyiz

çok merak ettiğim birşey var..hatta bugün bu şeyi aslında yıllardan beri çok merak ettiğimi ama kimseye soramadığımı farkettim..telefonda konuşuyoruz, bitirdik sözümüzü, ben mesela "hadi öptüm,hadi görüşürz,bye,öptüm bye" gibi konuştuğum insanla yakınlık derecesine göre mutlaka bir veda sözü söylüyorum öle kapatıyorum...ama televizyonda bu güne kadar hiç bir dizide,filmde telefon konuşmasını böyle bitiren bir sahne izlemedim...konşuyolar sonra çat kapatıyolar telefonu..

-hadi sen de uykusuz kalma yat
+tamam yatarım
çat!

böyle konuşma olur mu..hadi bunda "tamam" gibi bir sözün faktörü olmuş olabilir ama

-seni çok özledim ,burda sensiz geçmiyor hayat
+ben de seni özledim hayatım
çat!

kimse hissetmiyor mu bu eksikliği..senaristler hissetmiyosa bile,yönetmen,oyuncu da mı hissetmiyor azizim?...yoksa dışarda benden habersiz telefon konuşmasını veda sözü kullanmadan bitiren başka bir kitle mi var? aynı dünyada yaşıyorsak bunu bilmek isterim...tamam telefonu her zaman ihtiyacını söyle kapat,fazla geyik baş ağrıtıyor modunda kullanan biriyim...ama bilmiyorum lafını söyle çat kapat nasıl oluyor?lafın bittiğini iki taraf birden nasıl anlıyor? veda sözü bahane aslında..amaç telefonu kapatırken karşı tarafı bilgilendirmek..yani görüşürz çok da gerçek anlamını içermiyor..nasıl açarken "alo" demek kelime anlamından başka şeyler ifade ediyorsa,kapatırken "hayagoş" desek bile işlevi anlamını oluşturur zaten..o yüzden nedir bu insanların derdi?
dedem de böyle yapıyordu ama ben onun yaşlılığına veriyordum...diyceğini diyip kapatıyordu benim ağzımda "oldu o zaman dede görüşürz " lafı damağa yapışan maydonoz misali kalıyordu bir iki saat..bir de hüzünleniyo insan öle bişey olunca..belli ki dedem de onlardan biri...demek ki ırsi bişey değil..babam da birine telefon açtığında kulağına ahizeyi 180 derecelik açıyla tutardı..karşı taraf aramaya cevap verene kadar kulağına hafifçe dokunan ahizenin konuşma tarafı babamdan olabildiğince uzak ve yere paralel bir şekilde kalırdı..bu da garip bir huy...mutlaka bunu da yapan bir kitle vardır...dedem ve babam belki de bir takım garip kitle haraketlerine katıldılar..demek ki medyada ellerinde ve bu tarzı ülkeye yaymaya çalışıyorlar...yarın bir gün telefonu veda etmeden kapatan bihtere,adnan beye özenen gençlik, sözün bittiğini anlayamadan telefonu kapatacak,daha çok telefon konuşması yapılacak ve operatör şirketleri paraya para demiycek!işin acı tarafı dedem de bu kapitalist oyuna gelmiş eski bir sosyal demokrat olarak gözümden düşücek..saat 3 ve ben bunları düşünüp hüzünleniyorum

-hani 2 haftadır yazmadın etmedin şunu demek için mi yazdın?
+evet
çat!

not:bi de zaman olsa dükkan sizin..

12 Mayıs 2009 Salı

beatles- girl


uzun uzadıya Beatles hakkında,şarkı hakkında yazabilirim ama yapamıycam şimdi..
bırakın kendinizi..
dinleyin şarkıyı..

bence güzel şarkı azizim

Is there anybody gone to listen to my story
All about the girl who came to stay?
She’s the kind of girl you want so much
It makes you sorry;
Still, you don’t regret a single day.
Ah girl! Girl!
When I think of all the times I’ve tried so hard to leave her
She will turn to me and start to cry;
And she promises the earth to me
And I believe her.
After all this times I don’t know why.
Ah, girl! Girl!
She’s the kind of girl who puts you down when friends are there,
You feel a fool.
When you say she’s looking good, she acts as if it’s understood.
She’s cool, cool, cool, cool, Girl! Girl!
Was she told when she was young the fame
Would lead to pleasure?
Did she understand it when they said
That a man must break his back to earn
His day of leisure?
Will she still believe it when he’s dead?
Ah girl! Girl! Girl!

tek küfürle idare etmek

eurovisionu izledim biraz..hadiseyi izledim...
allasen rusya ne yapmış böle..hani bilmem ne kadar çok para harcamıştı bunun için,hani hiçbir ülkenin harcamadığı kadar çok harcamıştı..şahsen herşeyde ilk olma sevdası olan bir ülke olarak rusyanın şahane bir iş yapmasını bekliyordum...
ses sistemi berbat,bi ara hadiseyi değilde arkadaki kıl kuyruk gibi sırıtan çocuğu dinledim mesela,sadece onun sesi geliyordu..bu ne rezillik..hayır ben 1961 de uzaya ilk insan gönderen ülke olucam,ses sisteminin ağzına sıçarım..
hadi teknikte batırıyorsunuz bari biraz göze hitap edin dimi...o ne zevksiz rejidir..onlar ne zevksiz arka fonlardır..kırmızı elbiseli insanların arkasına kırmızı fon,simsiyah giyinenlerin arkasına simsiyah fon koyan ekibi,ben moskova halkı olsam mesela reklam arasında ağızlarına sıçarım..
hah şimdi sunucu kız yanında ki yılışık erkek sunucuya "where is your bottoms?" dedi ya işveyle..ben o erkek sunucunun yerinde olsam mesela o kızın........

tamam,tamam...bu küfür,bu sinir rusyaya değil tabi ki....sakinleşmem lazım...yoksa kötü bir organizasyon için kimsenin ağzının tadını bozmaya gerek yok.

10 Mayıs 2009 Pazar

PAAT diye söliyim lafımı,kültürümlen döveyim milleti

okurum,öğrenirim,düşünürüm..hani boş olmak istemem hiçbir zaman şu hayatta..ama ne zaman edinmeye çaliştiğim,çalişirken zevk aldığım bütün bu genel kültür bilgilerini bir başkasına caka satmak için kullanmak istesem yapamıyorum azizim..tamam şimdi caka satmak yanlış bir tabir olabilir yani valla başkaları için bişeyler öğrenmiyorum ama insan bazen genel kültürünü sergilemek istiyor..ovv beybi güzel hatunsun dediklerinde, aynı zamanda felsefeylen,bilimlen ilgilendiğimi anlasınlar istiyorum..
istiyorum ki böle sohbet ortamında konuyla alakalı güzel bir sözü PAT diye hatırlayabiliyim..ama ya "Nietzsche'nin bir sözü vardı lan tam bu konuyla alakalı,neydi ya,off.." diye kalıyorum ya da "babanın gizlediği oğulda ortaya çıkarmış demiş şey,hani var ya lan bıyıklı,neydi off.." diye..şimdi bu uç bir örnek oldu hani bıyık dense aklıma direk niçe gelir zaten..hatta bir gün otobüsten tam inerken arkadan bir arkadaşımın başkaları ile sohbetinden "kırbaç ve resim" kelimlerini duydum, sonra siz geçen nietzsche'nin lou salome'la olan fotoğrafını mı konuşuyodunuz dedim de şaşa kaldıydı..bu da şaka değil gerçektir..ama işte iş ne zaman böle sohbetlerde örnek koymaya kendini sergilemeye geliyor ben susuyorum..
bilmediğimden mi hayır...benim gibi mal gibi bilgisi içinde kalmayıp bunu ortamda paylaşan insanlarıda nasıl kıskanıyorum...söyledikleri anda zaten bildiğim sözü "evet evet dimi." diye desteklerim ama onun ortamdan aldığı pozitif önizlenimler içinde ezikleşip kaybolur benim "evet"lerim..
söylüyorum ben bunları arkadaşlarıma..diyolar ki sen boş hatun değilsin gayette kültürlüsün..lan diyorum nerden biliyonuz hani ben ne zaman gösterebildim ki kültürümü..iş kendi fikirlerime gelince çenem açılıyor ama örnek göstermeye gelince pısss..
şimdi 2 teorim var bu konuyla alakalı,
1-ben salağım,kapasitem belli,gereksiz yere bilgili olmaya çaliştikça bilgiler kulağımdan taşıyor.
2-kültürel bilgiiyi ediniyorum,ama bunun hakkında hiç konuşmadığım veya bir insanla tartışmadığım için işin mantığını kapıp ezber kısmını hemen unutuyorum..hani bir düşünürün düşünce yapısını unutmuyorum ama iş özlü sözlere yahut yapılan işlere gelince foşşş...bu şıkta boku arkadaş çevreme atıyorum..ama gerçek bu..ben bilgilerimi kullanmadıkça unutuyorum..zeten hiçbir zaman hafızam süperdir diye bir iddiam olmadı,aksine berbatımdır..arkadaş dediğinde biraz yardımcı olucak böle şeylerde

çözüm:
1-eğer salaksam kabullenmem gerekiyor,tek derdim alışveriş ve erkekler olabilir mesela..öyle bir dünya kurarım kendime..mangonun yerini de 4 seneden sonra öğrenirim artık.
2-mantıklı düşünürsek zaten genel kültür tartışmaları yapamadığım arkadaş çevreme kültürümle hava atmamın bir manası yok..demek ki benim az çok bilgisini sevdiğim insanları etkileyebilmek ve onların çevresine girebilmek için biraz egzersiz yapmam gerekiyor ve bu konuda bu blogu kullanmaya karar verdim

evet artık blogumun geyikten başka bir misyonu var...genel kültür bilgisini herkesle paylaşıp sağda solda hava atmak isteyen hatunun gizli mekanı olucak burası..hatta konuları sizlerle paylaştıktan sonra olası sohbetlerde bu konuyu nasıl sohbete yedirebileceğimi falan düşünüp örnek caseler falan yazıcam..sonra o uygun an geldiğinde PAT PAT PAT
hahahahahhahaha
hahahahahahahahahahahahaha
HAHAHAHAHAHAHAHAHAAHAHA
........

edit:anneler gününde bu küfürlü başlık olmazdı,bilinçsizce yaptım sanırım

6 Mayıs 2009 Çarşamba

yalnız kalmak istemediğin,güneşli güzel bir günde evde tek başıma kalmaktan dolayı içim sıkılıyor..ve kendimi iyi yapamıyorum.

3 Mayıs 2009 Pazar

unutmak,utanmak,acımak

sabah kalktım ve elektrikler kesikti,buna üzüldüm kısa bir süre için çünkü kahvaltı yaparken televizyon seyretmeyi çok seviyorum..kahvaltımı hazırlarken elektrikler geldi ve ben çocuklar gibi şenlendim hemen..uzun bir kahvaltı,aylak aylak yaşanılan bir dizi saatten sonra,günlerdir yazmayı düşündüğüm bu yazıyı artık yazıyim düşüncesiyle,sorumluluk sahibi bir insanın tavrıyla bilgisayarımı açtım yeşil çayımı yudumlarken..ekrana bakarken bir anda gerçeği farkettim..günlerdir aklımda olduğunu sandığım şeyi aslında hiç düşünmüyordum..hatta çok açık bir şekilde itiraf ediyorum,münevverin haberini bir kez duyduktan sonra,o vahşeti,o aklımı başımdan alan, kanımı donduran haberi bir kez duyduktan sonra ne bir daha haberini izledim,ne de okudum..televizyonda münevverin fotoğrafı ile her karşılaşımda çevirdim kanalı..bir kaç gün önce bana "yazar mısın?" diye sorduklarında aklıma sadece dehşet verici cinayetin her kez tarafından tekrarlanan kilit sözcükleri geldi..kesilen baş,bavul,çöp konteynırı..2 ay oldu ve ben her şeyi unutmuştum bilinçli bir şekilde..yo yo,ben bu ruh haliyle yazmıyorum şu anda..tam 2,5 saattir gazete haberlerini,röpörtajları hatta youtube'dan münevverin fotoğraflarını inceliyorum..artık birşeyler yazıcak kadar konuya hakim,bilgili ve doluyum..fakat münevverin talihsizliğinden,caninin vahşiliğinden,adaletin yoksunluğundan bahsetmiycem bu yazıda...
bu gereksiz ayrıntıları neden mi verdim?..bir şeyi açıklağa kavuşturmak için..amacımızı sorgulamak için..unutmamaya çalişmak..ama şu dünyayı yaşanır kılan tek şey unutmak değil mi?..unutkanlığın Tanrı'nın bir lütfu olduğunu düşünüyorum..ya da bir özürü bize karşı..bu dünyada insanoğlu için kaldırılması imkansız acılar yaşanıyor ve bir çoğunu insanlar kendi kendilerine yapıyor..geri kalan kısım Tanrı'nın başının altından çıkma...ama insanoğlunu yaratıp başı boş bırakan da kendisi zaten..acıları unutturmak Tanrının akıl alır tek olayı belki de..unutulduğu zaman anlamsızlaşan insan değil adalettir,bu yüzden adaletin hep aynı yerde,eşitlik rafında kalması gerek..
utanılacak şey ise bir kızın erkek arkadaşıın evine gitmesi değildir..hatta cinsellikte değildir..adaletin yerini bulmadığı yüzlerce davanın bulunduğu bir ülkede "unutmak" gibi bir insani duyguyu yaşadığım için bilgisayarımın monitörüne, kendi yansımama küfretmektir..bu suçluluk duygusunu bana yaşatmak utanılacak birşeydir..unutmamamız gereken olayların olması utanılacak bişeydir..
empati yapıp kendimi tek tek koydum kişilerin yerine evet...münevverin ailesi olduğumda şaşırdığım bir duygu ölüm duygusuyla başa başa gidiyor hatta bazen bastırıyordu...kızım öldürülmüştü..ama bıçaklanıp kaçılmamıştı,ya da bir yere gömülmemişti..parçalanıp bir çöp konteynırına atılmıştı..çöp gibi..bu duyguyu kelimelerle nasıl anlatırım bilmiyorum..değersiz görüp öldürdüğün bir insana yapabileceğin en büyük hakaret bu sanırım..bir yumurta kabuğu gibi,boş bir cola şişesi gibi..9 yaşında yurtdışına bir anda gönderilen bir çocuk sanırım bunlardan daha fazla değerli hissedebilir kendini..ama o değer de sadece para ve güç olur..katilin vahşet anlarında kendimi onun yerine koyamadığım gibi,babasının yerine de koyamıyorum..ben anlıyorum ki babası benimle o kadar zıt,o kadar farklı ki...ha bir de celalattin var kendimi yerine koyamadığım..çok yanlış fikirlerle çok yanlış karakterlerde olsan bile,açık açık kötü bir insan olsan bile bence biraz zeka taşıyıp susmayı bilmelisin..bu kadar kendilerini belli eden insanlar oldukları için empati yapmaya çalişan tarafım acıyor hep hallerine...
acınılacak şey bu değil tabi ki..acınılacak şey her boktan olayın kadınların başına patlaması.. kadın olduğum için evimin bulunduğu sokağa girerken başımı dahi kaldıramamam,laf atmaları duymamazlıktan gelmek zorunda kalmam..erkeklerin sahip olmayı beceremedikleri bir sıfatı bacaklarımın arasında bana taşıtmalarına, kafam kesilip çöpe atılsa bile engel olamayacağımı bilerek yaşamam..böle olmasını isteyen sürülerce insanın arasında,onlar tarafından yönetilerek,onlara borçlanarak ve belki ilerde kendi kızımı onlarla başbaşa bırakarak gitmek zorunda kalacağımı bilerek..yaşamam..işte acınılacak şey de bu..

münevver öldü,katil kaçtı,celalettin konuştu..
fiilerden bahsetmenin bir anlamı yoktu..

ölümsüz olan hissettirdikleridir..

http://munevver-karabulut.blogspot.com/

23 Nisan 2009 Perşembe

atom fiziğine de profesörlüğe de lanet olsun...



sen atom fiziğiyle uğraş,profösör ol,saç sakal uzat yıllarca..sonra kalk ibneliğe,hergeliliğe özen..neden?hatun yamuk yaptı,yapmıycektiii...intikam almam lazım!...böle mi alıyorsun intikamı..bu mu yani intikam?
oysa ki git bi saç sakal düzelt,sakince konuş...belki hatun isteyerek yamuk yapmadı...yoook..hemen o dakka sil hatunu...sonra intikam alıcam diye böle hergele hergele işler...görüyoruz normal hayatta da..bi otur düşün,sabırlı ol..erkek milleti valla bi garip..

5 Nisan 2009 Pazar

hepimiz ibneymişiz meğer

neden mi?şöle ki..
platonik aşk bilen bilir adını platondan almıştır..platona göre bu aslında gerçek sevgidir ve öyle fiziksel zevklerin doyum için değildir..konuşmak,vakit geçirmek belki bir iki öpücük yeterlidir..o insanı kendisi olduğu için sevmektir(seni sen olduğun için seviyorum olayı taa platona daynıyor yani..düşünün..piuvv)
antik yunanın o zamanlarında bir erkeğin erkeğe böyle duygular duymasında sakınca görülmüyorken hatta her yerde görülüyorken; platon, öğrencilerine, antik yunanın ilik gibi oğlanlarına fiziksel doyumun dışında da bu tür duygular sık sık hissetmiş..lakin daha sonra bir avuç delikanlı yunanın, kendi aralarında giydikleri parça kumaşı aslında şöle tası tarağı toplayıcı bir hale getirsek mi den tutun,biz antik yunan insanları ne mükemmel insanlarız olum,kızlar taş gibi biz heykel gibi diye süren muhabbetleri dönüp dolaşmış platonun bahsettiğim türden ilişkilerine gelmiş..olurdu olmazdı derken en sonunda bu tür ilişkileri ayırmak için bunlara "platonik" demeye karar vermişler..hatta platonun her öğrenim yılında artan delikanlı öğrenci sayısından dolayı artık aşkına karşılık alamaması,bu tabiri günümüzde "karşılıksız aşk" olarak algılanmasına yol açmış...yani bu zamana kadar eminim en az 1 kere karşılıksız aşk yaşamışızdır..ama bu olaya adam gibi "karşılıksız aşk" diyeceğimize "seviyorum ama platonik.."diye dikte etmişizdir...hayır insan bir düşünür dimi platonik aşk da neden ismi bu?..senelerdir herkes bilmeden ne kadar ibne olduğunu sölüyormuş yani..
yeah beybi..teorimle gurur duyuyorum..

(resmin sansürlenmesinin nedeni sandığınız gibi değil...heykelin pipisi kopmuş...ama sadece pipi..korkunç bence...neden kopmuş bilemiycem artık..müzeye taşırken amele amcalardan biri sağlam görüp ordan tutmuş olabilir..düşünmek istemiyorum)


not:platona kişisel bir hıncım ya da kötülemem yoktur...adam "devlet" i yazmış..bir çok felsefi,iktisadi düşünce koymuş ortaya..bazı düşüncelerine katılmasam da anca hayran olurum ..kişisel tercihler beni hiç ilgilendirmez...hayır yani ilgilendirse de adam tarihe adını yazdırmış..benim var mı adım...yok!
edit:"ibne" kelimesini küfür gibi algılamayalım lütfen...geyiğine yazılmış bir yazı sonuçta...kimseyi aşağıladığım yok yani.

4 Nisan 2009 Cumartesi

küçükken dolan hafıza kartı

bazen küçükken keşke bu kadar çok tv izlemeseymişim dediğim oluyor...sünger gibi bir beyine sahip olduğum çağlarda o kadar çok film (çizgifilm-türkfilmi-yabancıfilm) ile doldurmşum ki hafızayı...unutmanın,silmenin çaresi yok
isterdim şimdi o hafıza olsun yanımda,kullanayım

sonra haksızlık mı ediyorum diyorum münir özkula,kemal sunala,adile naşite,roadrunnera,toma,jerrye,bruce willse,van dame'a...

belki de çok şey kattılar bana..bilemiyorum

29 Mart 2009 Pazar

Hey Jupiter



bir iki gündür bu şarkıya taktım...
canlı kayıttan dinliyorum ve aynı şekilde "huuu.." diyebiliyorum çok mutlu oldum :)

hiç vaktim yok bu aralar
oysa kafamda bir sürü hikaye...

neyse size iyi dinlemeler..

26 Mart 2009 Perşembe

bazen abartıyorum

hayatta bazı zevkleri abarttığımı düşünmeye başladım...bu abartılar beni bir süre sonra zevk veren hadiseden uzaklaştırıyorlar...bir süre uzak kalıyorum,sonra yeniden o zevki almaya karar verdiğimde müthiş tatlı bişey oluyor.

misal 8 yaşımda artık çay içmek istemediğime karar verdim...her sabah,akşam falan içiyordum...ve bir sabah kahvaltıda anneme çay içmesem olur mu dedim..olur dedi...ve 12 yaşıma kadar içmedim..12 yaşımda bir misafirlikte içmeye karar verdim ve tam 3 bardak çay içtim...dünyanın en güzel demlenmiş çayıydı sanki...artık şekersiz içiyorum ve çayla aramda saygıya dayalı bir ilişki var...

mesela uyku...önceleri erken yatmayı seven,erken kalkmayı seven bir insanken şimdi yatağa girmekte güçlük çekiyorum...uyku akıyor gözlerimden ama yatmıyorum...ille 3 ü görücem ..sabahları uykumu alıp uyansam bile,kalkabilecekken yatakta kalıp 2. uykumu, o tatlı kestirmeyi seviyorum...hani yorganı hafif açar sağ bacağı hafif çıkarırız dışarı,kalkıcak gibi...ama daha 1 saat yol vardır kalkmaya...

çocukken deli gibi kurabiye yerdim...kurabiye canavarı idolüm gibi bişeydi..annem bana kurabiye yetiştiremezdi...ama senelerdir kurabiye yemiyorum...almıyorum...aramıyorumda yokluğunu..

rock,metal dinlerdim...acayipte severdim...ıron maiden dinlerken duyduğum haz ayrı bir varlık olup bağımsızca dolanırdı evde..kahve falan getirirdi,sohbet ederdik..yaklaşık 2 senedir dinlemiyorum...demin tekrar dinledim ve çok zevk aldım..zaten sonra bende ki garipliği hissettim

sprite çok içerdim..lise hayatım boyunca kesintisiz her öğlen bir kutu sprite içerdim...ve tahmin edin...eveet..artık o da hayatımda önemsiz

4 sene önce deli gibi nargile içerdim..her hafta mutlaka..canım çekerdi içmeye giderdik..tömbeki içmeye bile yeltenmiştim..ki sigara bile içemeyen bir hatun olarak,nargileyle daha yoğun duman konusunda ihtisas yapmıştım...ama artık sadece arkadaş ortamında biri içerse..belki bir iki nefes bira ve çayın yanında...

bi sene saçımı hep bağladıysam ertesi sene hep açarım...düzelştirici aldıysam misal(ki evet ablam hediye etti) artık bokunu çıkarana kadar saçım düz dolaşırım..

ve daha bir sürü abartılar tonlarca..ama insanlar konusunda abartım verdiğim değerle ilgili sanırım..bu da beni kararsız bir insan yapıyor..bir insana değer vermekten çekiniyorum çünkü insalara asla biraz önce saydığım şeyler kadar hayatımdan kolayca silip atabildiğim unsurlar olmadı...vefasızca arayıp sormuyor olabilirim o ayrı...ama tanıdığım her insan,hele ki seviyosam ömür boyu içimde sevgiyle kaplanmış küre şeklinde bir top içinde yaşıyorlar...bir haraketlenme oldu mu zıplıyorlar içimde ama zarar görmüyorlar...

öyle de bir insanım...sevdiği insanları içinde bir yerde top içinde yaşatan,vefasız,bazı şeyleri bir süre abartıp olabildiğince sömüren,sonrada uzun bir süre yüzüne bakmayan,sevgi dolu ve kafası karışık bir hatun...

1 haftadır deli gibi,ama tam manasıyla deli gibi beatles dinliyordum..sabah ,akşam,uyurken bile...ne zaman başım dönmeye başladı bıraktım..2 gündür dinlemiyorum...ama baktım gördüm uzunca bir süre beatlesa veda edersem isterim ki gelsin biri tokat atsın bana...kendime gelmezsem hala siktir edin beni,bırakın yapıştığım yere...hak ediyorum zira

25 Mart 2009 Çarşamba

reklam

vestel pixellence'ın yeni reklamını herkes görmüştür sanırım...tatlı,sarışın,gözlüklü "r"leri söyleyemeyen,yanaktan ibaret bir çocuk,mutfaktaki ilgisiz anne ve televizyondan oluşan bir reklam..
neden böle oluyor bilmiyorum,yani bu reklamı sevmem lazım aslında ama bazen oluyor böle...ve ben reklama gıcık oluyorum..
reklam camlarından yeşillikler gözüken lüx bir evin açık mutfaklı salonunda oturan ve kirli gözlük camları yüzünden tv yi net göremeyen çocuğun annesine "televizyon iyi göstermiyo" demesi ile başlıyor...annesi "yayındandır" diyip başta kestirip atıyor sonra vestel tv bir anda kocaman bir robot oluyor ve çocuğun gözlüğünün camını parmağıyla silip,çocuğu alıp uzaktaki kanepeye oturtuyor (ki çocuk yakında oturuyordu) sonra tekrar tv ye dönüşüyor ve anne geliyor "sorun neydi?" diyor...çocukta "sorun mu? ne sorunu?" diyor...

1-bu nasıl bir çocuktur ki televizyon bir anda voltran vari bir robota döüşürken sadece şaşkın bir "aa" diyip sonra gülümsüyor

2-o tv robot olurken "vicciiuuv viciuuuv" diye ses çıkarıyor,onu geçtim yürüken "bammm bammm" yürüyor....salondan seslenen çocuğu duyan anne bu sesleri neden duymuyor..bu nasıl bir annelik ya! çocuğu yap,oturt mindere ki tv ye yakın,yayındandır de geç...

3-robot gözlüğü parmaklarıyla siliyor...hayır ben senelerce gözlük kullandım,lise gömleğiyle bile silerken çizilen o cam,metalle silince nasıl pixellence oluyor...

4-anne niye geliyor salona,önce yayındandır diyip sallamıyor çocuğu,salonda deprem gibi seslere dönüp bakmıyor...elinde bez "sorun ne?"...hayır orda gürültü neydi falan dese bence daha gerçekçi olurdu,daha samimi olurdu...belki vestel acayip bir tv yapmış lan hemen gidip alıyim derdim ama yok...inandırıcı değil...o robot sahte

5-"soyun mu?ne soyunu?"...kaç yaşındasın oğlum sen...3 mü?4 mü?....daha "r" leri söyleyemeyen velet! bu ne hazır cevaplılık anasını satıyim...hayır biz mi çocuk değildik azizim...hem komik hem iş bitirici,böle biraz çakalca...reklamın başında gözlüğünün tozunu alamayan sübyan bu değil sanki....bi robot gördü böle artist artist cevaplar....surata da ne sorunu yav?hangi sorun?ne saçmalıyorsun valide? modu...biz bunları 12-13 ümüzde anca öğrendik...bizim zamanımızda televizyon robot olsa altımıza yapardık...bizim zamanımızda anneler çocuğun bulunduğu salondan çıt sesi gelse koşar gelirlerdi...biz öle surata yavşak bir ifade alıp "ne sorunu? " demeye kalksak annemiz "doğruyu sölersen kızmıycam?" diyip büyük çakalın kim olduğunu gösterirdi bize...hala da çaktırırım yalan söledim mi...

lüx evlerde oturup plazma tvlerle insan olunmuyor...çocuklar biraz saf ve yalancı,anneler ilgisiz ve sağır oluyor.

şahsen vestel beni etkileyebilirdi...ama yapamadı...gerçek dışı bir reklam yapılıcaksa azcık samimi olalım,insan olalım...4 yaşında şirin bir çocuğu hazır cevap yapmayalım...lütfen.

benim bu reklamdan çıkarımım budur...

13 Mart 2009 Cuma

evde yaşayan tek canlı olmak

evde yalnız olmak çok süper bişi...açıyorum müziği,yarı çıplak dans ediyorum mesela...banyo dahil bütün kapıları kapatmıyorum...kapısı açık bir wc de işemenin zevkini bilmem size nasıl anlatsam ama yaşamanız lazım...sonra "i m the boss" tarzı bir ego kaplıyor her tarafımı...sorumluluk hak getire...sürekli tepside yemek yiyorum...sevgilinin eve gelmesi artık sorun olmuyor...ev arkadaşıyla gerçekten zor oluyor böle şeyler...

ama ders çalişamıyorum...geceleri yatmak bilmiyorum sabahları kalkamıyorum...ev arkadaşım gülfi varken gayet düzenli bir hayatım vardı...hani sabah erken kalkar kahvaltımı yapar,duşumu yapar,sorumlulukalarımı yerine getirirdim...ne zaman yalnız kalmaya başladım kendimi tanıyamaz oldum...hani gülfişim okuyosan benim bütün artistliğim sanaymış yavrum...

yemek yapasım gelmiyor tek kişi zaten...insan arada konuşup sohbet etmek istiyor...hele ki erkekler hakkında ne güzel dertleşirdik , tavsiyeler verirdik...bundan bir-iki ay önce kafam çok karışıktı mesela...aşk hayatımda aniden kararlar vermem gerekti,ben daha hazır olup olmadığımı bile bilmiyordum...insan öle zamnlarda gece olunca gülfinin" hatun hazırsın kızım sen,tepme bu çocuğu" demesine ihtiyaç duyuyor...çünkü bendeniz gönül işlerinde çok korkak ve kapalı bir hatunumdur...kalbimi açmadan önce olası manitayı tanırım,tartarım öle iki elektiriklenmeyle hemen bodoslama atlayan bir insan olamadım...daha doğrusu oldum,acı geldi,şimdi önce tadına bakıyorum..çünkü ilişki dediğin komplex yaşam biçimi,insanı yoruyor gerçekten...hani olmuycağını bildiğin bişeye başlamakta bana mantıksız geliyor...hiç de halim yok doğrusu uğraşmaya...

ben istiyom ki sevgili insan sıkmasın beni,eğlenceli olsun..sürekli eğlenelim,konuşalım arada yalnız kalalım özleyelim...

şu anda ki sevgilimle iyi gidiyor ama nasıl desem okulda falan sürekli yanına oturiyim istiyo,sürekli çok yakınında yürümemi istiyor,elimi tutuyor,belime dolanıyor,şagadanak bir anda yanağıma öpücüğü yapıştırıyor...bunlar tabi şikayet edilcek mevzular değil,etmiyorum da..bende yapı itibari ile gayet yılışık bir insanım...ama ben dışarda böle şeyleri pek sevmiyorum...yani ne biliyim utanıyorum böle eller belde dolaşırken insan içinde,daha doğrusu okulda...insanlar bakıyor falan...dışarda daha mesafeli durmayı seviyorum..ayrıca ben sevdiğim insana yüzümü dönmeyi severim ama asla karşılıklı oturamıyoruz,sürekli yan yana oturuyoruz,yemek yerken bile...daha karşılık masada yemek yemişliğimiz yok yani...dışardayken uzaktan sevsem biraz..hani aç değiliz açıkta değiliz çok şükür,evim var barkım var...park köşelerinde banklarda koklaşan sevgililer gibi mekan sıkıntısı çekmiyoruz...ama söleyince darılıyor,trip falan atıyor..bilmiyorum bende mi sorun var...biraz biraz alıştırıyorum kendimi ama onun da bana yardım etmesi gerek...hani şu yazıyada evde dans ediyorum diye başladım,bitirdiğim konuya bak..

diyeceksiniz ki senin manita biliyor mu bu blogu,evet biliyorrr...ama okumuyor...bu konuda zerre tepki vermiyorum...keyfi bilir böle arkasından konuşurum ben de :)

neyse günlük tarzı bir yazı oldu bu..amacım evde yalnız kalmanın avantaj ve dezavantajlarını inceleyip yorumlarımı aktarmaktı ama istediğim gibi akademik bir yazı olmadı,farkındayım...bunlar çıkmak istiyomuş,tutmadım ben de..

10 Mart 2009 Salı

param yok

murat boz-param yok.....
demin gördüm televizyonda...şimdi bu yakışıklı arkadaşımızı (nerden arkadaşım oluyorsa,hani dünya ahret bacısıyım desem bir allahın kulu inanır mı ki?) genellikle tikky diye tabir ettiğimiz cocon kişilerin dinlediği bir şarkıcı olduğu için,bu "daha ne kadar populer şarkı yapabiliriz " kaygılı hatta sosyal içerikli şarkısını,girişi bilmem kaç tl olan night clublarda(yeah beybi nayt kılap) tikkycanların dinleyip zıplaması kendi içinde bir çelişki yaratır mı yaratmaz mı bilemem,zeten benim derdim de değil..
ayrıca param yok çok göreceli bir tabir de olabilir pek ala...benim için param yok : faturalarımı ödeyemiyor,kurs parasını denkleştiremiyor,her ayı borçla kapatıyorum anlamı taşırken; bir selincan,pelincan,berkecan,adnancan için 4. simirnof artık israfa girer,zaten paramda az,haftasonu olucak bıranç için(kahvaltı ama bizim bildiğimiz gibi değil,çok farklı bişey,kuş sütünü taze içiyorlar..direk ağza sağılıyor kuş) yeni kıyafet almam lazım ,anlamı taşıyabilir

çok parasızım ..hani şu hoppa şarkıda,murat bozun takım elbiseli bir içim su hali bile kar etmedi...gözüm doldu.

bugün bir ziyagil köşkünde,pazar sabahı adnan bey günlük kıyafet olarak en aşağı "lacoste" takılıyorsa ben hüngür hüngür ağlarım azizim...kimse de s.klemez...ben de yazarım böle..son.

3 Mart 2009 Salı

cinsel tecavüz

neredeyse 3 haftadır yazamıyorum..hatta odama gelip bilgisayarımı bile açamıyordum çünkü evim buz gibiydi,ben hasta oldum ve vaktim olmadı...vs.vs
aslında gelip yazmaya üşeniyorum ben..sürekli kafamda kuruyorum cümlelei ve yazmıyorum...kaç gündür aklımda blog,diyorum şöle afilli,neşeli bir yazı yazarım falan diye hafiften heveslendiriyordum kendimi ki yoladığım postun konusuna bakın...tecavüz..
izlediğim filmde oyuncular bir şeye gülüyorlarsa ki bu vasatın altında bir espri dahi olsa yüzümde istemsiz bir gülümseme olur...korku filmlerinde yapılan gerilim müziği ile bize"her an beklemediğin bir yerden bir psikopat,vampir,zombi ya da filmde ki sikko bir karakter çıkabilir,gardını al!" mesajı verilse ve ben bunu çok çok iyi bilsemde,istenilen o tırsarak titreme olayını elimde olmadan yaparım...bunlar insan olarak verdiğim çok normal tepkilerdir diye düşünüyorum...ama şu yaşıma geldim,ben "tecavüz" ile ilgili ne film sahnesi,ne haber,ne yazı,ne söylem....alışamadım...içimde tuhaf bir şeyler oluyor...anlatamıyorum...
bir çok duygu birbirine giriyor sanki...acı bir korku,ekşi bir hüzün,tuzlu bir nefret....bu güne kadar kadın,erkek,çocuk her türlü tecavüz olayının geçtiği filmler seyrettim..haberler duydum...ama tabi genelde kadınlardır kurban olan...ve ben bir kadınım.
ben sadece anlamıyorum..gerçekten..bir erkeği insanlıktan çıkmasını sağlayan bu eylemi anlamıyorum..bu laf olsun diye sölediğim bir cümlede değil ayrıca...insanı hayvandan ayıran en önemli şey değil midir irade?bu dürtüye engel olamamak nasıl bişeydir?inanın bana ben gerçekten anlamıyorum...bu konuda kendimi çok bilgisiz ve cahil hissediyorum...gözü dönmüşlüğün bu noktasında aklım duruyor..ve işin garip tarafı yapılan eylem karşılıklı rıza çerçevesinde olunca aslında doğanın bir kanunu...mutluluk duyulan,zevk alınan,dünyaları verseler vazgeçemiyeceğimiz birşey...yapılan onca kötü ve günah olan eylem arasında neden tecavüz en insanlık dışı eylem olarak geliyor bana?..yine bilmiyorum...bu fikirlerimi verdiğim bir yazı olmuyor farkındayım..cevap aradığım bir yazı bu...bir olayın hem dünyanın en harika eylemi hem de tüyleri ürpertici,aklımın alamadığı kadar korkunç bir olay olabilmesi bana çok garip geliyor....başka var mı öyle birşey? adam öldürmek yerine göre zevkli ama bazen çok kötü bişey değildir...ya da iftira atmak,birine işkence yapmak,hırsızlık..vs...
cinsellik o kadar kişisel bir şey ki aslında...mesela fahişeleri de düşünmüyor değilim burda...tanımadıklaır adamlarla rızalarıyla birlikte olsalar bile bunu ruhlarında bir şeyleri kesip atarak yapamazlar kesinlikle...ruhun bedenden ayrılması gereken ölümden başka tek zaman o andır zaten...
mutlu mesut yaşantılarımızda tecavüz bize çok uzak gibi görünüyor olabilir ve biz cinselliğin keyif alındığı bilinçli bölümünde,insan gibi dürütülerimizi kullanıyor olabilirz..hatta tecavüz bir fantezi olarak kullanılıyor da olabilir..bu gerçeklerde anlama zorluğu çekmiyorum...
her şekilde anlamaya çaliştiğim ve sevdiğim erkek cinsini "tecavüz" olaylarında anlamıyorumm!! anlamıyorum azizim bu kadar!!hatta topunuzdan iğreniyorum...bu korkuyu şu hayatta yaşamak zorunda kaldığımız için hangi kadın haksızlık duymaz bişeylere??hayatta kalma korkusunun çok çok daha üsütünde olan bu korkuyu yaratan allahıma "neden?" diye sormak istiyorum tekrar...anlamak istiyorum tanrım!!..güzelliği ve zayıflığı dişilere; gücü ,iradesi zayıf erkeklere verirken ne düşündüğünü bilmek istiyorum....bu iğrençliğe maruz kalan her zayıf insan için,filmlerde bile gözyaşı dökmemin bir anlamı olsun istiyorum...
aradaki tek fark arzuladığın adam olup olmaması...sadece bu...sen evreni yarat,dünyayı yarat...bütün kar tanelerini birbirinden farklı yarat...ama iş şu lanet olayla hayatımızdaki en muhteşem şey arasına fark koymaya gelince gerekli bulma...yo tanrım yo...izin ver de düşünmiyim o zaman...ya da ben kafamı yiyen bu soruları cehennemde görüceğim cezalardan düşülmesini talep ve arz edicem..tabi yakın bir zamanda lanetlenmezsem.

8 Şubat 2009 Pazar

yetti kadın erkek mevzuları ama bitmedi


feminist falan değilim..yapı olarak insancıl bir insanım..doğuştan sevecen bir kişilik bende ki..seviyorum bebekleri,hayvanları,çiçekleri.erkekleri...heheh :)

şu hayatımda az çok felsefeyle de ilgilendim,düşünmeyi fikir üretmeyi hep sevdim...bunlar

tespitlerimi doğru olmasını garantileycek şeyler değil biliyorum ama şu cümlmi sorgulamadan kabullenin lütfen..bu dünyada en çok düşünülen,hakkında konuşulan konu neden hayattayızdan sonra kadın-erkek ilişkilieridir...insan merkezli bir yaşam tarzının tadı daha hoş geldikten sonra ademin çocuklarına,daha benden uzaktaki sorunlar s.kime kadar vurdum duymazlığı ile daha da artmış kadın-erkek hakkında konuşmak...ben de konuşuyorum şimdi evet ama şu dünyada karşı cins ile yaşanılan ilişkiden daha sihirli bir duygu bilmiyorum ben...içte duyulan o sıcak duygu ve haz..tarifi olmayan işler..amaç olmasa bile karşı cins her iki taraf içinde büyük anlamlar yüklü..bu yüzden küçümsemiyorum hakkında konuşmayı..sadece konuşula konuşula bir yerde sıkan bir konu..artık arkdalarımlayken falan açıldığında ortamdan sıkıldığım bir konu...ve evet yaş ilerledi..

kim kimden üstün?kim kime muhtaç?bırakalım bunları...tamam ata erkil toplumda kadının birşeyler yaparak öne çıkması kendini kanıtlama çabası takdire değer..ama olmaz..olmuycak..


biz kadınlar s.ktin(sittin de olur..) sene erkekler gibi tek yürek birleşemiycez,onlar gibi çıkarlarımız için birbiriimizi destekleyemiycez..kadınların haklarını elde edememesinin,bu dünyada ağzıyla kuş tutsa yaranamamasının nedeni bu.

eşitmiyiz peki..değiliz azizim..kimse kendini kandırmasın...farklı vücutlarda farklı istek ve duygularda nereye eşitsin?soruyorum sana feminist insan...alanı sadece kendi ülkemize indirgeyerek konuşursak eğer,ata erkilliğin işimize gelen yönlerinden vazgeçebilen hatunlar olsaydık bugün kü konumumuz çok farklı olurdu..


özgürlük,sorumluluğun başladığı yerde gelir hep..ergenliğimden beri erkeklerin özgürlüğünü kıskandım,itiraz ettim,bana da bana da dedim...sütyenleri gevşetip,elinizi kalbinize koyup düşünün bakalım hemcinslerim hiç erkeklerin üzerinde ki yük,sorumluluk ve kendilerini topluma kanıtlama zorunluluklarını düşünüp acıdın mı hiç?erkek olmak kolay değil hanımlar...hani erkeklere verilen özgürlüğü istiyosanız elinizi taşın altına koyucaksınız...bir işte çalişmak zorunda olmamak,evde oturup çocuk bakıp,günlerde gezmek,bakımlı olup kocanı mutlu etmekten başka hiçbir tasanın olmaması...(konuyu oldukça indirgeyip gayet genel konuşuyorum,kadına yapılan şiddet,fakirlik yada töre gibi konulalrı bu yazının formatına koymuyorum çünkü amacım sadece yükümlülükleri konuşmak..) bunlar çoğu kadının işine gelmiyor mu?

bilgisiz olman,duyarsız olman o kadar sorun olmasa...taş gibi bir vücuda sahip olduktan sonra gayette güzel bir hayatı yaşayabilme şansının olması...her zaman zengin koca gibi bir bonus şansının olması...bunlardan feraget edebiliyormusunuz gerçekten..içtenlikle cevaplayın...

görmüyormuyuz televizyonlarda evlendirme programlarını..bir kadının evlenmek istediği adamda ev,para iş gibi özellikleri araması ayıp değil mesela..ne kadar kazanıyorsun bana bakabilecekmisin gibi bir soru sormak siçde kendileri küçük hissettirmiyor hanımlara...ve ne yazık ki çok fazla sayıda kadın böle...ha ama sorsan hepsi erkekler çok egemen diye yakınıyorlar,car car konuşuyolar..

eşitsizliği sadece kadınların üstüne de yıkıcak değilim tabi..bu çok uzun zaman öncelerden gizlice yapılmış yazısız bir sözleşme bence...kadın da erkek de imzalarını atmış...kadını okutmayarak,okusada iş hayatında köstek olarak her türlü piçliği yapmak ademlerin işine geliyor tabe..

beni hemcinslerimden soğutan en büyük şey,dişi vücudunu kullanarak bu hayatta var olmak...sadece vücudunu kullanmak..onu sergilemek ,satmak..ona yatırım yapmak..erkeğe beğendirip onun karşılığında erkeğin parasal gücünü kullanmak...bunlar benim hiçbir zaman hazzedemediğim şeyler..günümüz sözde modern toplumunda ise nedense çok doğal ve aslında olması gereken şeymiş gibi gösteriliyor...adrelina lima'nın alkışlar içinde,bütün erkeklerin dili dışarda bakarak onu göklere çıkarması görüntülerini ben eğer 12 yaşında falan izleseydim, bilmiyorum nasıl etkilenirdim...önceliklerim ne olurdu?bir manken hem şöhret hem para hem de zengin kocaya kolayca varabiliyorsa,ilkokulda büyüyünce ne olucan sorusuna pilot dermiydim acaba...(evet pilot ne var..seviyorum uçmak falan..çok da severim yüksekte olmayı..)

yıllardır kendi işimi kendim görmeye o kadar alıştım ki,ve özgürlüğümü o kadar seviyorum ki,bir erkeğin gücünün çekicilğine karşı koyamasam bile,ona bağımlı olduğumu hissettiğimde nedense hemen topukluyorum...istemiyorum..bağımlı olduğumda,kısıtlanmışım gibi geliyor..o yüzden en baştan erkeklerin en ufak bir yardımını alırken bile dengeyi iyi kurmya çalişiyorum...marketten alınan bütün poşetleri taımak zorunda değil bir erkek,ya da evdeki her ampül takma,tüp değiştirme işleri üstüne vazife değil...tabi bunlarda abartlı bir "hayır ben yapıcam" inadı iyi değil..erkek kendini kanıtlamak ve kadınını koruyup onun bu işlerini yapmaktan bir yere kadarda haz duyar...ben hesabı paylaşma konusunda tepkimi kasa başında değilde masada yaparım..zaten paranın "bizim paramız" olduğu maddiyattan uzak ilişki safhasına giridiğinizde ise parayı erkeğe verip,parayı onun kasada duran kendi hemcinsine uzatma ortamını hazırlama inceliğinide göstermek gerekiyor...ince dengelerin olduğu,farklılıkların bilinip karşılıklı saygıyla binilmesi gereken zevkli,eğlenceli bir tahtaravelli gibi kadın erkek-ilişkisi...

daha çok diyeceklerim olsada imkanlarım kısıtlandı belki başka zaman devam ederim...

not:bu bugünkü 3. notum...alt posttaki not ile aynı konsepte bir not..bir daha yazmak istemiyorum aynı şeyleri..lütfen

the curious case of benjamin button


gittim,izledim...hikaye etkiliyici ama neden bilmiyorum içimde bir ben bunu bir yerden hatırlıyorum yada benim aklıma gelmişti zaten gibi düşünceler içinde buldum kendimi..genel bakarsak güzeldi..ama sırf brad pitt iiçin gitmeyi düşünen dişiler varsa şimdiden söliyim ki filmin 4 de 3 ünde has adamımızı yakışıklı halinde görüyoruz gerisinde hep yaşlı...ve şunu fark ettim ki yaşlanmışım ben...çünkü bir sahnede brad pitt taş çatlasa 18inde bir çıtır olarak belirdi ve ben hiç bir çekim hissetmedim çünkü 18 gözümde sübyan resmen..vah ki vah dostlar..

filme dönersek klasik bir akış taktiği olan (akış tatktiği..ben uydurdum evet...)ölüm döşeğinde ki yaşlı teyzeye günlük okuma sahnesi ile başlıyor..filmin kendi öyküsünü dayandırdığı bir diğer hikaye olan kör saatçinin ters giden bir saat yapması beni asıl hikaye kadar etkiledi..hatta ben olayı olmuş bir olay sandım ama hiçbir yerde öle bir yazı yok..bence çok derin ve ustaca bir tepki olan tersten giden saatin hikayesi gerçek olmalı..gerçek olmayı hak eden bir olay çünkü. anlatmıyorum hikayenin ne olduğunu ki gidin izleyin diye..
tersten giden saatin yapıldığı ve bir tren istasyonuna yerleştirildiği zaman birinci dünya savaşı sıraları..bizim kahramanımız ise savaşın bittiği gün zengin bir malikanede doğuyor ve annesi ölüyor fakat baba çocuğu görür görmez apar topar alıyo çocuğu götürüyo..denize atcakken polis görüyo bu kaçıyo falan en son bir huzur evinin önüne koyuyor bunu...tesadüfen çalişanlar tarafından görülen bebeğin yüzünü ilk orda görüyoruz..resmen 90 yaşında amcanın yüzünü bebek hali böle garip,korkutucu..neyse sonra alışıyoz zaten..bunlar alıyor bunu,zaten mekan huzur evi olduğundan insanlr hep yaşlı yadırgamıyorlar durumu ki bence bu ayrıntı iyi düşünülmüş..ölür diyo doktor resmen ölüm yaşındaymış(ölüm yaşı?) gibi hastalıklı çünkü ama yaşıyor bizim eleman..çocukken boyu çocuk boyunda ama görüntü 80lerinde..yürüyemiyor..işie gözlükler, kel saç, kırış kırış yüz...her gören amca diyo falan.. zaman geçiyo olaylar gelişiyor herşeyide anlatmak istemiyorum zira yeni girdi vizyona gitmek isteyenlar vardır...neyse zaman ilerledikçe başta pek farkedilmese de bir iyileşme oluyor benjaminde...sonraları daha hızlı fark ediliyor bu gelişme...ama gerçekten insanı içine alıyor seneyo ve bir garip oluyor insan..mesela çocukken bir kıza aşık oluyor ve bu kız büyüdükçe o gençleşiyor en son 40 lı yaşlarında ortada biryerde buluşuyorlar...ah hele ki o yaşlarda bir güzel aynı evde yaşıyolar,resmen benim hayalim azizim...o sahnelerde içi geçmiycek insan evladının alnını karışlarım burdan..
hikaye çarpıcı ve iyi işlenmiş..yaşlı görünen çocuğu bir türlü çocuk olduğunu hissedememem benim de ön yargılı davrandığımı hatırlattı bana başlarda ve kendime bi çekidüzen verdim..görünüş herşey değil zira.

ilk başta duyduğunuzda süper lan gençleşmek diyosanız benim gibi öle değil canlarım..herşey zamanında güzel..zaten benjamin zaman geçtikçe gençleştiğini düşündüğünü bir yaşlı teyzeye sölediğinde teyzenn ee o zman bütün sevdikleirnin ölümünü görücen demesi doğru lan yemişim gençliği dedirtiyor insana..filmde hemen fark ettiğim en büyük kopuklukta şu;başta yaşlı vucutta çocuk ruhunda ve zekasında bir insanken büyüdükçe vücudu gençleşiyor benjaminin...iyice gençleştiği bir sahnede ona "iyice gençleşmişsin" dediklerinde ruhum gençleşmiyor gibi bi laf ediyor..sonlarda bakıyoruz nasıldır bilmem benjamin görüntü olarak çocukken(boyu nasıl kısalır insanın o kemikler kaslar nereye gider?) adamın biride bunama başlangıcı var diycem ama dilim varmıyor gibi bir teşhiste bulunuyor..tamam diyorum buraya kadar tutarlı...fakat sonlarda çocukken resmen çocuk oluyor..ben 5 yaşında bir vücutta 70 yaşınnda bir ruh falan beklemiştim...sonlarda bu tutarsızlık dikkatimi çekti ...


filmin sadece ya zaman tersine gitseydi ve yaşlanacağımıza gençleşseydikten çok daha fazla yaşamla ilgili tespitlerde bulunduğuna inanıyorum..filmin akışında(evet yine akışında..i love film akışı)çok ustaca ortaya çıkan insanlar ve onların etkisi bunu gösteriyor..birkaç eksik daha buldum ama sölemek dahi istemiyorum..gidilip izlenicek hatta arşive konulabilecek güzel bir film.



not:bu yazı üstte diye alttaki yazıları okumamazlık etmeyelim..tarihlere bakalım..bugün 3 yazı yazdım...vay ben duymadım,vay ben ne biliyim kabul etmiyorum..lütfen

allah kimseyi hamlamış vücutla sınamasın

5 senedir görmediğim rakamı tartıda görünce itiraf ediyorum ki tırstım..hem de ne tırstım..daha öncede bahsetmiştim,çirkin ördek yavrusu psikolojisinde bir çocukluk geçirdim o yüzden bu kuğu halimi sapına kadar hak ettiğimi düşünüyordum..ama ben bir insan evladı tanımıyorum ki sucuk,salam,sosis üçlüsünü aynı anda bol bol 3 yumurtalı kaşarlı omletinin içine koysun,yetmesin bir de 2 boyoz ve peynirli poğaça ile,kuruyan damağını çay ile ıslata ıslata yesin..bunu haftalarca yapsın ve taş gibi bir hatun olarak kalsın...yoo dostum yoo!!yok öle bişey..anca kendini kandırırsın..
ve ben tartıdan indim..yüzümde rocky'inin intikam dolu ifadesi değil de daha çok küçük emrahın "neeedenn ben allam,nedennn ben!" ifadesi olsada,eyes of the tigersı gayet net duymaya başladım..hiçbir gaz bana o tartıda ki rakamalar kadar etki etmemişti gerçekten..artık bu sorun tartı ile benim aramdaydı..daha sıkı kalçalar sahip olmak ve göbüş adı altında, görüntüsünü yumuşatığımızı düşündüğümüz ama aslında bildiğin katmanlaşan göbeği yok etmek için and içtim..tek umudum ablamın evdeki koşu bandı..bu gün bir hafta oluyor ankaraya geleli ve ben 6 gündür rejimdeyim..
kahvaltıdan sonra mutfaktan uzaklaşıp içerde yeşil çayımı içip spunge bob izliyordum ki kanalın birinde ebru şallı ile iki kafadarını gördüm..aha dedim ben bunları buluyim yapıyim bir gün bu saatte..cuma günü hususi bunun için açtım tvyi..buldum programı..ama şansıma diyim ki o gün "top" günüymüş..neyse dedim esneme haraketleri falan yapcaklarmış başta bari ısınmış olurum diye cahil cahil konuşuyorum..hadi itiraf ediyim başlarda pilates falan küçümsüyordum aslında..çok incelememiştim ama yani basit haraketler gibi geliyordu..neyime güveniyosam..neyse bunlar birkaç haraket yapmaya başladılar daha önce pucca da bahsetmişti,kaburgalarımızı kapatabildiğimi hatta aşşağaya falan iktirebilidiğimizi öğrendim plates sayesinde...hadi iyi hoş gidiyor arada ebrunun kubik havaya laflarına gülüyorum falan derken,bir acı!!...yani insan hem kaburgasını kapatıp,hem de belini yere yapıştırınca,kubikte havadaysa eğer o kasılmışlıkla bacağı iki havada döndürmenin meali benim için "acı" dır...evin içinde aaıııhh!!oovvvv...gibi yanıltıcı sesler çıkarmaktan kendimi alıkoyamadım, evet..haraket bittiğinde ebru hanımda eheheh gülümsemelerin arasında acıyan bacağını ovuşturuyor ve arkadaki elemanlarla birbirlerine gaz veriyorlar..."nasıl yandı dimi süpperr".."evet çok yandı çok güzel".."uvv..muhteşem olağan üstü..çok zevk alıyorum yanınca"..bu cümleleri olduğu gibi yazıyorum..ebru hatun sürekli muhteşem olağanüstü gazları veriyor,ben evde ahhh ufff gibi efectleri yapıyorum..tabi sonuç yan odada seslerden dolayı endişelenen anneannemin kapıda belirmesi oluyor..neyse bende öle bir gaz aldım ki kilo vericem diye banamısın demiyorum yapıyorum haraketleri..top olayına geçtiklerinde durmak istemiyorum ve salonda ki pufu,bildiğin pufu top niyetine kullanıyorum..o kadar komik bir görüntüki,elemanlar topun üstünde yatay durup dümdüz kalırken benim puff bana küçüük geldiğinden göbeğim yere yakın bir "u" pozisyonunda kalıyorum..puff kah elimde kah bacaklarımın arasında piç oldu o gün...neyse yaptım hareketleri mutluyum falan derken son dakka bir şok yaşadım...bunlar işimiz bitti hadi esneyelim diye en son ayak parmaklarına dokunuyorlar ayakta iken..ebruda diyo ki ayak bileklerinizi tutsanızda kafi falan...ve ben sıfır esnek bir hatun olduğumu o dakka anladım azizim...bırak ayak bileği,dizimin biraz altından sonra gitmiyor elim..hani bacaklarım uzun diye biraz kendimi avuttum ama yok,çok moralim bozuldu..bu iş artık pilates ben ve tartı arasında..kimse araya girmesin..ebru sende uzak dur artık..kadına bak ya!!zengin koca,bebek ve taş gibi vücutla kafayı yer tabi..harkulade beybi!!...mazoşist yeminle.

not:şimdi bu yazı üstte diye altta ki yazıyı okumamazlık yapmayalım..tarihlere bakalım..insan bir gün içinde bir kaç yazı yazabilir..lütfen,daha duyarlı..

seni görmek ister her bahtı kara

ankaradayım..bir hafta oluyor neredeyse..ablamın evi tepede bir yerde olduğu için öle ha dedim mi aman ben bi kızılaya iniyorum,yok anam ankamall'e bi gidiverem de beğendiğim elbiseyi alıp geliverem gibi sözler sarfedemiyorum..oturdum oturduğum yerde,zaten izmirde homini gırtlak yiyişlerimin sonunda bir 5 kilo almışım üzerinize afiyet,diyet ve sporla vermeye çalişiyorum..geri kalan vaktim kitap okurken sızmak ve film seyretmekle geçiyor..aslında kıskanılabilecek bir tatil..hıhı evet..
ankara ile izmiri aslında kıyaslamak istemiyorum ama ne zaman dışarı çıksam bunu yaptığımı fark ettim..bi kere havası daha kuru,geldiğimde üzerimde ki o kuş hafifliği kalktı resmen, ilk günler koltuğa yapışık yaşadım..bir iki gün sonra ablamın iş yerine ziyarete gidicem..ablam dedi işte yakın bir durakta iniceksin falan sonra bulursun...ablamda rekabet kurumunda çalişiyor ki yanında rtük olsun devlet planlama olsun afilli binalar bulunuyor..daha öncede önünden geçmişliğim var ama araba ile gidildiği için saymıyorum..neyse ben o gün çıktım durağa gittim..ablamın lojmanlarının olduğu semt biraz sosyetik bir semt olduğundan belediye otobüsü taneylen yolluyor,otobüs kafasına göre bir saate falan lütfederek geçiyor yani..otobüs geldi ben şöföre sordum emin olmak adına "rekabet kurumunun ordan geçiyor mu?"..şöför yüzüme bakıp "bilmiyorum "dedi..ben nasıl yav önünden geçiyorsunuz falan derken en öndeki teyze geçiyor ever dedi sertçene ki otobüsü beklettiğim için azcık huysuz olduğunu anlıycak kadar insan sarrafı oldum çok şükür..iyi dedim bindim..ego kartı adında bişey ile biniliyor otobüse,tabi bende yok..ablamda hiç vermedi..bende tabi her izmirli gibi cüzdana sarıldım bozuk paraları çıkarırken şöförün tip tip bakışlarını gördüm..sonra şöyle bi diyalog yaşandı ben,bişey bilmeyen şöför ve huysuz teyze arasında;

hatun:şey..para verilmiyor mu?
b.ş:yok
h:ben de yokta karttan..ben para verilir diye şey ettim..
b.ş:....
h:izmirden geldim de ben...ehehhe
b.ş:....
h:ne yapsak..
b.ş:halk otobüsü değil bu belediye otobüsü para geçmez
h.teyze:ykm ye daha var birinden bulursun kart
h:ne ykm si?
h.teyze:ykm de iniceksin ya
h:yok..rekabet kurumu..o..
h.teyze:ben öle anladım(baş pencereye çevrilir)
h:.....
b.ş:....
h.t:....

gelen başka bir erkek yolcudan kart basmasını rica ettim,2 milyon verdim..kalan parayı da istemedim ama o yolcuda tek kelime etmedi bu işlemler oluren..kendimi sürekli sırıtan iyi günler diyen şebelek ruhlu bir hatun gibi hissetmeye başladım..gittim yerime oturdum..bişey bilmeyen şöför bana iniceğim durağı söledi(!)
ve indim.

şimdi soğuk ankara insanı..ben gerçekten fazla sıcak kaldığımın farkındayım,apartmana girdiğimde iyi günler diliyorum sürekli insanlar irkilip öle karşılık veriyolar..ama yiğidi öldürüp hakkını yemessek ankarada bayıldığım bir alışkanlıktanda söz etmek istiyorum..
bence medeniyetin çok büyük bir göstergesi olan "otobüs sırası"..
izmir'de alsancakta bir kaç durakta sıraya girildiğini görmüştüm ama genelde kimse sıra mıra dinlemez..kapının önünde 5 sıra meydana gelir hep..metroda inenlere öncelik de tanındığını hiç görmedim ben..izmir halkı egeliliğin verdi o telaşlılık ile bence sürekli bir telaş içindeler..ankara insanında bu yok..en büyük kanıtım metronun yüyüyen merdivenleridir..izmirde beklemeyi sağ taraftan yaparız ki daha kurtlu olan diğer kesim soldan yürüyen merdivende yürüyebilsin..ankarada yok öle bişi..kimsenin acelesi falan yok..millet yayıla yayıla gidiyor merdivenlerden..hızlı yürüyen insana da rastlamadım..öle bir memleket..ama otobüs sırası alışkanlığını nasıl edinmişler bilmiyorum ama çok süper bişi azizim..bi kere en fazla bekleyen otobüse önce binme ve oturma hakkı kazanıyor..kimse kuralı bozmuyor,insanlar medeni bir şekilde sıralarında duruyolar,öle kaynak falan da yapılmıyor yani lisedeki gibi zira benim gözlemim her sırada açık göz bir amca mutlaka var.."hoop birader sıra burda" cümlesi çok sık olmasa da duyulabiliyor..olsun,insanların bu duyarlılığı benim gözleirmi yaşarttı geçen gün..zira bir otobüs sırasının en önündeydim..benden mutlusu yoktu valla..bir sıranın en önünde olmak ve arkamdaki onca insana bakarak kitleleriin önderi pozisyonumla otobüs beklerken kendimi gaza getirdim salak saçma hayallerle..aklıma izmir geldi,otobüste yer verilmeyince yaşının büyüklüğünden dem vurup çeneyi açan teyzelerin,kapı benim önümde durduğunda(hep benim önümde durur)ayağım havada olmasına karşın beni bir kalça haraketi ile sağa savruran kuvvetlerini anımsadım iç geçirerek,ki ben hiç de çıtıpıtı bir kız değilim teyze yarı boyumda falan ama o eski toprak gücü yok mu,bence bütün teyzeler bizden daha dayanıklı..sol kalçamda morluk oldu bir gün o kadar söliyim..

böyleyken böle,ankara hava olarak da,insan olarak da soğuk ve kuru bir etki bıraktı ama daha medeni ve sakin...izmir sıcak,nemli,hafif havası ve insaları ile gülümsememi saklamak zorunda kalmıycağım bir memleket..basılan ayaklarım,moraran kalçalarım falan,değer lan!izmir güzel valla..yeah beybi!

2 Şubat 2009 Pazartesi

çeneli kız çocuğu ve annesi..bir de önde malak gibi ben..



daha önce barbie bebek ve türevleri ile ilgili düşüncelerimi anlatırken hazetmediğim çocuklara değinmiştim..biraz önce buklenin yazısını okuyunca da düşündüm...hani ben çok da seviyorum aslında çocukları..çocukluğumdan beridir hatta..çünkü güldürüyolar beni,tatlı oluyorlar,saf oluyorlar...masumlukları beni etkiliyor çoğu zaman...ve en önemli nedeni sanırım her daim oyun oynamaya hazır bir yapımın olması...o kadar seviyorum ki gerçekten..kazık kadar kız oldum,anneannem benim yaşımda 2. çocuğu yapmış 3. ye alt yapı çalişmalarına başlamış..ben hala oyun salonu falan girsem çıkmaıyorum...bilgisayar oyunu olsun,işte böle el marifeti oyunlar olsun...olsun da oyun olsun hobeley diye sekerek yürüyorum...hiç abartarak sölemiyorum bunları,gayette vaziyetim budur..ama inanın dışardan baksanız bu kızdan bunlar çıkmaz dersiniz...garip işte..neyse konumuza dönelim..insanın içindeki çocuk sevgisini buharlaştıran çocuklar..

şimdi şurda hem fikir olalım ki,aslında her ne kadar kişilikler çocukken gelişse ve kendini belli etse de bir çocuğu çekilmez yapan huyların ortaya çıkmasının büyük sorumlusu çocuğa bakan kişinin,ki bu kişi türkiye şartlarında yüzde 97 annedir(i love küsüratlı veri)

cumartesi günü denizliye gittim hemen pazar sabahı da anneannem ile ankara otobüsüne bindik...ablamın yanına gidicez,bu aralar bize ihitiyacı var ki bu konuya sonra değincem,hatırlatın..neyse önlerden yer bulamadığım için arkda kapının karşısındaki değilde bir arkdasında ki mütevazi koltuklarımıza oturduk...otobüs yolculuğunun değişmez kurallarından biride bildiğiniz üzere eğer çocuğun varsa arkaya oturursun...siz diyin 4 ben diyim 7 çocuklu aile arkka ve önümüzdeler..neyse sorun yok..korkma candan kapı gibi mp3 ün var diye telkinde bulunuyorum kendime..ama heyhaatt!!otobüsün en geveze annesi ve onun 4-5 yaşlarında ki kızı zeynep arkamızdalardı işte..yanlarına getirdikleri oyuncak çay takımıyla evcilik oynadılar..çay koyuyimm,ayy çay döküldü,hüüp bir çay daha...vs bi süre gürültü yaptılar..sonraları zeynep'in meraklı ama ne yazık ki idrakı zor bir çocuk olduğunu da anladım..anne bu?benzin istasyonu kızım...ne?benzin otobüs alıyor?..ne?otobüsün karnı acıkmış yemek yiyor...ne?otobüs mamasını yiyo şimdi...gibi bitmeyen soru çarkında kafam sürekli açılıp kapanan ve annesinin de hatta hadi aç kapa diye onayladığı o servis aparatının haraketi ile zonkluyordu..zira o aparat benim koltuğumun arkasında olmasına rağmen,nedense her insan da genel kanı tutabilidğim aparat benimdir oluyor...yolculuk bir suratsız muavin ve bir tane de kapının önünde durup öküz gibi beni süzen diğer muavinle birlikte,geçiken topkek servisinin gerginliğini anneannemle afyonda ekmek arası sucuk yiyerek atlatarak,kah uyuklayıp,kah uykusuz okuyarak,ama arkamda ki cehennem ile birlikte tam 7 saat 17 dk sürdü...ızdırap son dklarda şöle idi..anne dede?az kaldı geliyoruz...ne?birazdan gelicez?..ne?şu ışıklar varya dede orda bekliyor...ne?dede orda bizi alıcak...dede,dede baba evde dede orda...geldik dede,dede,dede,dede,dede,dede.....

şimdi burda atıp tutuyorum ama,ne zaman dayanamayıp arkama dönsem şeker bir surat görürüm ve gülümserim..asla şikayet edemem..zaten bu konuya da değiicem..içimde bir yerlerde her insan evladı gibi çirkeflik olsun istiyorum ama yok azizim...arkama dönüp "hanııımm hanımmm çocuğuna az sahip çık,ne bu çene maşallah anası gibi...piuuuvv!!" diye sölenmek istiyorum ama ben dönüp çocuğa sırıtyorum,koltukta köşe apmaca oynuyorum...ben bu eziyetleri sapına kadar hakediyorum...ama başımın ağrısı bütün gece sürdü o gün...susss!hak ettin sen hatun!!ağzını açıcaksın bundan sonra,gözler yumulcak!!çocuk,yaşlı demeden......susun laannn!!.........,



kime yalan atıyorum ki...resmen kızamıyorum...müstahak herşey azizim.


not:ikametgahımın ankara olmasından dolayı,internetim sık sık olmuycak...yazıları biriktirip biriktirip yazıcam...haberiniz ola

28 Ocak 2009 Çarşamba

sen çok oldun hüzün..vaktin geldi,hadi hoşçakal



en son ne zaman gördüm babamı bilmiyorum..çok oldu ama..herkese oluyordur belki,bazen küçük bir kız çocuğu gibi oluyorum evimde otururken,birden bire..babamı özlüyorum..onca kızgınlığım kırgınlığım olmasına rağmen..silip atmak istiyorum,ondan bağımsız olmak istiyorum hatta bazen intikam almak istiyorum ama olmuyor..merak ediyorum arada..ya ölürse diyorum...geçen gün rüya gördüm,bütün üst dişlerim dökülüyordu sapır sapır,yanımda da sanki babam vardı ama belli de değil tam sadece hissediyordum..bense her rüyada olduğum gibi çocuktum yine..annemi yada babamı görürken rüyamda ben hep çocuk oluyorum..o gün sabah hemen baktım internetten rüya tabirine..üst dişlerin dökülmesi baba tarafına gelicek ölüm,felaket,sıkıntı anlamına geliyomuş..korktum..ne oluyo bana diye soruyorum kendime..niye bazen,hele ki herşeyin güzel gittiği zamanlarda,pat diye bişey yakıyor yüreğimi..
belki de gerçek yüzündendir..topu topu bir kaç senem kaldığı içindir..bir kaç sene sonra ben yalnız olucam çünkü..tamam kimsesiz değilim ama bu onunla ilgili bişey değil..dayınıza gidip kuzenlerini kıskandığınız oluyor mu hiç? büyüdükleri ortamı,ellerinde ki şansı..onlar için çok sevinip kendiniz için üzüldüğünüz anlar garip hissettiriyor,tanımlayamadığım bir his..

hiç bir zaman kendi odamı istediğim gibi kuramamışımdır küçükken..odamda mutlaka evin tak-tuk ları olur,kolilenmiş fazla eşyalar depolanır,kitaplıkta babamın annemin dosyaları dururdu..hep özenirdim kendime has,sadece bana ait bir odaya..o odaya izmir de eve çıktıktan sonra kavuştum..hatta odayı bırak sadece benim sözümün geçtiği bir evim var şu anda..ama işte arıyorum bazen o günleri..kolilerin üstüne resimler çizip,komik suratlar yaptığım günleri..odamı güzelleştirme çabalarımı..gelmişim 23 yaşına,kelimenin hakkını vererekten kazık kadar kız olmuşum..biri gelip kızım diye açsa kollarını koşarak sarılırım,o durumdayım şu an..


babam çocukken tırnağımız bile kesemezdi bizim,bir tane tokat vurmuşluğuda yoktur...gece maçlarına götürürdü beni seyrederdim..okulumuza trafik eğitimine gelirdi bazen hava atardım arkadaşlarıma..uzun boylu üniformalı bir baba..ve çocuklarıda çok severdi..çocuklar da onu..


bi keç sene sonra hiç bir dayanağım olmuycak..ablam,anneannem,teyzem,dayım..onlar benim canlarım..ama hiçbirinden anne baba güvencesini alamaz ki insan..
diyceksiniz ki hiç mi arkadaşın eşin dostun yok..inanın bunu da bilimiyorum..ben sanırım arkadaşlıklarda bocalıyorum...sorun ben de olmalı mutlaka..çok seviyorum mesela gerçekten arkadaşlarımı..benim birisini sevmem de hiç zor değildir eğer iyi bir insan ise karşımdaki..ama kız arkadaşlarım pek olmadı bu zamana kadar..hepsinde bir şekil uzak durma halleri oldu,ya da ben öle yaptım..ama kafa dengi samimi bir kız arkdaşım yok,gerçek olan bu..erkeklerle daha iyi anlaşmaktan da hiç bir zaman övünerek bahsetmemişimdir,tam tersi utanırım bu halimden..başıma hep sorun açtı bu zamana kadar da..karşılık veremediğim sevgiler yüzünden,sevdiğim bütün insnlar bana sırtlarını döndü..arkadaşım olan insanlar..ama bir erkek sevdiğini sölüyorsa bir kıza,bir daha s.ktin sene o kızın arkadaşı olmaz..öleymiş gibi davranıyoda olabilir ama hep bir soğukluk ve kaçış vardır..umursamazlık yada nefret vardır..hepsini de yaşadım..oysa kimseyi kaybetmek istemiyorum ama şimdi baktığımda bir kaç kişi var resmen cidden yanımda olduunu hissetiğim..
aşktan,sevgiden deli gibi tırsıyorum,gök gürültüsünden tırstığım gibi..sevmeye başladıkça ve bu arttıkça,huzursuzluk artıyor içimde..bağlanmak soğuk su etkisi yapıyor birden bedenime...tiiriyorum bağlandığımı hissettiğimde..kendine gel hatun titremesi bir anlamda bu..kimseyi üzmek istemediğim gibi üzülmekte istemiyorum..
şimdi zayıf,yalnız bir ruh halindeyim...iki gün sonra yeniden güçlü hatun olmak zorunda kalıcam ve olucam..hayat yine devam edicek..gülcem,eğlenicem şakalar yapıcam...şebeklik yapmadığım gün yok zaten...fakat aynaya baktığımda,gözlerime..bazen içimi görüyorum..gözlerimde ki o hafif parıltıyı yada bakışı..bir hüzün var orda..derinde bir yerde..gerçekleri biliyor sanki,yada vakti gelice su yüzüne çıkmak için bekliyor gerilerde..her iki ihtimalde korkutuyor beni bakamıyorum..aynada uzun süre gözlerime bakamam ben..çünkü bir parıltı bin anıyı canlandırır zihnimde..belkide uzun uzun ağlanan gecelerin sonunda hep aynaya gidilip gözlere baklıdığı içindir..
23 yaşına gelince kafayı dizlere dayamayı istemememiz mi gerekiyor..kızım diye okşansa saçlarım..sevgiler ne kadar da farklı farklı...sevgilinin sevgisi baba sevgisini tutmuyor..yada ben bir insanı hem babam gibi hem sevgilim gibi sevemiyorum..insanlar birbirlerinin hem eşi hem annesi falan nasıl olurlar hiç anlam veremiyorum..şu an boşlukta gibiyim üzüntüden,düşünmekten...bulunduğum durumu idrak etmeye çalişiyorum..5-6 sene önce ne durumdaydım şimdi ne durumdayım..bunların 10 da birini hayal bile edemezdim..
salya sümük modundayım bu akşam..ama bu aynı zamanda sonraki bir iki gün için neşe fışkırması demek..hüznümü boşaltıyorum arada,depoladığım yerden..hayatım hep böle geçicek benim..bu hüzün tırnağım gibi gelicek peşimden.ha kimse fark edicek mi..hayır tabi ki..belki bir gün değişir herşey..ama değişmese bile,arada bir hüznümü boşaltırım bütün hayatım boyunca..bu yüzden beni istemiycek varsa..ne diyim ki..hoşçakal derim.

25 Ocak 2009 Pazar

so happy together




finallere çalişirken dinliyorum..ama iyi olmuyor..koy götüne rahman gitsin bir havaya sokuyor melodi beni..ama tabi sözleri gayet romantik ve tatlı...ekonometri çalişırken dinlencek şarkı değil..en azından bunu söyleyebilirim...daha fazla yazamıyorum çalişmam gereken sikko bir dersin finali var.

14 Ocak 2009 Çarşamba

Tanrı,hayat ve bok

anlamıyorum ben tanrıyı,işlerini...belki benim bu küçük insan beynim almıyordur ama teksin,yücesin,herşeye gücün yeter...sorun ne?tanrısın lan!..son noktadasın..bundan ötesi yok..

dine karşı, inanca karşı bir söylev değil benimkisi..herşey tamam da türban niye tanrım diycek değilim?çünkü zaten ben en başını anlamıyorum...bu dünya,bu evren..neden?

tanrıyla aramda özel bir diyalog oluşturduğuma inanıyorum,ona karşı bir kızgınlığım hiç yok mesela,ona inanmamı sağlıycak göstergeler inanmamam gerektiğini söyleyen dış seslerden daha fazla olduğu için inanıyorum...ayrıca tanrı yok dersek,başı ve sonu olmayan dipsiz bir kuyuya düşüyoruz bence...en azından bütün duyularını mataryelistiğe bağlamış "madde insanı" dışındakiler için öyle olmalı..çocukken yanlış olan herşeyin günah olarak tanıtıldığı bir yerde yaşadım..hatta anne babamın benim bu saf duygularımı kullanıp,kendi çıkarları içinde kullandıklarını büyüyünce acıyla farkettim...oyuncalarına kötü davranmak,günahtır!..gibi...sonra bendeniz bunu mahalledeki çocuklara gayette inanarak savunmuştum..bazıları inanıp korkmuştu hatta..."oyuncağına kötü davyanan çocuk cehenneme gidiyo!oyda eziyet göyen oyuncak sen ona ne yaptıysan aynısını sana yapıyo!!ben geçen oyuncak arabamın tekerini kymıştım ama sonra düzeltip,özür diledim ..bebeğimin saçını kesmiştim ama kısa saçlı oldu o,bence iyi oldu yani..iyi bişey ki o.."

büyüdükçe günah işlemeye daha az korkuyoruz..aslında ne kadar komik günahsızken sürekli cehenneme gitme korkusu yaşamak..

tanrıyı şöyle tanımlayabiliriz aslında..yalnız..ve reality şov seven bir karakter..ya da bilgisayar oyunu düşkünü....öldüğüm zaman,tanışma fırsatım olursa sorucam neden diye..belki ayrıcalık falan edinirim peygamberlerin birinden,yusufa gidip "valla denildiğinden daha yakışıklıymışsınız,bu ne yüz,bu ne kol kası,come on baby.." tarzı bir konuşmadan sonra "hamili kart yakınımdır" torpilli ile bir görüşme ayarlayabileceğimi umuyorum...resmen canı sıkılmış,ademi yaratmış...ama tek başına sap bir erkeğinde realityi şovu çok reytingli olmaz tabi..oyunda da ileri yürü,geri yürü.....ademinde canı sıkılmış tabi..ve tanrı kadını yarattı bu noktadan sonra..yarattığı hayata güzellik,cinsellik,incelik,duygu ve entrika girdi...yani daha ne olsun,süper tuttu tanrı bu hayatı.....oyunların olmazsa olmazlarından kurallar ve hileler de yaşamda yerini aldı...konsolda tanrı...ama oyun sarmadı tanrıyı çok.."ben onları izliyim arada, benim etkimin dışında da bişeyler yapsınlar,heyecanlanıyim..ama tabi kontrol hep bende olsun" dedi...demesi yeterdi zaten bilidiğimiz üzere..ol dedi ve oldu bu kadar basit...iradeyi, virüsü nefs ile aynı anda yarattı...artık iradeli ve trojen virüslü adem ve havva daha gizemli ve akıllı..çizilen yol kader ile kendi çizdikleri yol arasında zıplya zıplaya,level atlayarak müthiş bir noktaya geldiler...cennette durumları iyi iken,havva yasak elmadan yedi.,ademe de yedirdi...tanrı o zaman insan oğluna sosyal içerikli ilk mesajını verdi ..."sıçtınız!" ...dedi ve demesi yeterdi tabi...tarihte ki ilk hata ve gerçek anlamda ilk sıçış...elma olayından sonra tanrı cezalar verip,affettikten sonra kavuşan adem ve havva rahatlayıp üredikçe üredi...havva anamızın yumurtasının kaç mmkare sine kaç sperm düşüyordu diye düşünsek hayal gücümüz yetmez muhakkak...(şimdi adem ve havvayı öyle düşünmekte gerçekten garip oluyor sonuçta en büyük anne babamız ve büyüklerin cinsel hayatı lütfen uzak olsun..çok korkunç bence...yani ne biliyim yapmıyolar bilelim,sarılıp uyusunlar onlar sadece...) zaman aktıkça hayat çok değişiyor,insanlar çok değişiyor,her dönemin kendine has derdi, dermanı oluyor...hayat şu zamana kadar geliyor..arada tarihteki onca büyük olaylardan,büyük keşiflerden,büyük düşüncelerden,büyük insanlardan sonra...tam buraya kadar geliyor hayat..tabi yaşayanlar için geliyor buraya kadar..mesela bir bomba düşüyor bir eve ordaki insanların yaşamlarına nokta konuluyor..hepimiz kendimizi oyunun popüler ana karakteri olarak gördüğümüz için, üç noktalı hayatlarımızla,hayatı ünlem olan bir insanın yaşama bakışını anlayamıyoruz...şu hayatta sadece anlam bozukluğu yapan insanları da anlamıyoruz...soru işaretli bir hayat için ise zaten anlam cevapta saklı ..

-neden tanrım?

-sana ne lan!bi de utanmadan yazı yazmış,cücük!tanrıyım lan ben!çarpıl git!

...diyebilir ve demesi yeterli olur bildiğimiz üzere..o yüzden;

töbe töbe..çocukken camiye gittim ben ya....biliyom yani sure falan..hatta eski yazıda biliyom...şimdi ya şeytana ya da nefsime bok atıcam...amin

(bok demeyide ayrı seviyorum,ilk günaha verilen mizahsı bir cezanın ürünü olmasından dolayı..ayrıca herkeste var..erkekler şok olabilir ama bilinenin tersine,kadınlarda yapıyor..öyle çiçekli kalpli falan da değil...kaçınılmaz cezanın zevkine varmayıda iyi ki öğrenmişiz ayrıca...yeeah baybe)

5 Ocak 2009 Pazartesi

yağmur



sonbaharda doğdum..yağmur öyle sevmediğim birşey de değildir..eve gidiyorsam mesela ıslanmamak için çok kasmam kendimi..pencereden hala elimi kolumu çıkarırım..bir anım var ki çocukluğumdan kalma yağmurla aramdaki bu saf duyguları korkuyla kaplıyor işte..

ilkokula gidiyordum..tahminim ilkokul 4.Bir akşam çok feci yağmur yağıyor,salondan pencereden bakıyorum,babam gazete okuyor hatta hiç unutmam...o zamanlar kafamda çalişiyor öğretmenler falan zeki velet diye bizimkilere pöh pöhlüyorlar..almışım gazı anlayacağınız..okulda hocanın ses ve ışık arasında ki zaman farkı hakkında anlattıklarını uyguluyorum..işte şimşeğin ışığını gördükten sonra sesi ile arasında x kadar sn farkı varsa,onu belirli bir sayıyla çarparak olası yıldırım düşmesinin bulunduğun noktadan uzaklığını hesaplıyorsun..(vay vay vay...öyle de bir çocuktum işte)..işim gücüm yok,benimle oynayan yok..ablam var o zamanlar hiç işime yaramıyor..ben de pencereden zevkle bu işi yapıyorum.Zaten sürekli şimşek çakıyor bizimkiler tv yi de kapattı bu yüzden...
ve yıldırım düştü..yanımızdaki siteye..ben pencereden bakarken..ışığı gördüğümde dudağımla saymaya başlayamamıştım bile..."bi.." dedim ve masanın altındaydım..feci bir ses.Ev titredi böle..gözlerim faltaşı gibi oldu..neydi o öyle hala tüylerim diken diken oluyor..

o gün bugündür,zaten ani seslerde yaradan bir el hareketi ile beni oynatıyor yerimden,yağmurlu,gök gürültülü havalarda keyfime diyecek olmuyor...yalnız da kalıyorum evde,hayır duymuyim desem çatı katındayım şangır şungur her taraf...

geçen cumartesi akşamı 1 de yattım,inanın bana 7 e kadar,allah ne verdiyse...gökler boşaldıysa o gece en az 5-6 defa ateşli bir biçimde sevişti ben şahidim,çünkü uyuyamadım...üşüdüm birde üstümde hırka,iki kat battaniye,yorgan...donuyorum..yalnızımda..

hastayım da şimdi..üşüttüm mutlaka...biri yemek yapsa yedirse bana..bulaşıkları yıkasa...yalnız kalmayı seviyorum gerçekten ama sağnak yağmur yağarken ve hastayken çok istiyorum biri olsun yanımda..baksın bana...bunun için insan tutucam utanmasam...herkesin zayıf anları olur ya hani,hastayım şimdi,regli de oldum bir de yağmur yağarsa kesin ağlarım,kesin..

4 Ocak 2009 Pazar

ben nasıl büyük adam olucam

ne zamandır yazmıyorum biliyorum ama hayatımda yerinde durmuyor takdir edersiniz ki...sürekli birşeylere karar vermek..zevkle mantık arasında gidip gelmek..sonunda yine birşeylere karar vermek..arada dünya dertleri;okuldu,devamsızlıktı,sorumluluktu,insanlığın haliydi,bireysel halimdi düşünüp tasalanmak..sonra yine bir şekilde bişeylere karar vermek zorunda kalmak...

çok düşünüyorum..çok ince eleyip sık dokuyorum(bu lafa da nasıl tavımdır)..ilerde büyük bir kadın olsam mı diye düşünürken,aslında çoğu zaman bunu istemediğimi de farkediyorum..geçen arkadaş ile konuşuyorduk sonra şöyle takkeyi önüme koyup düşündüm yalnız kalınca...sanırım bana göre değil..lider olmak,birşeyler başarmak çekici evet..ama ben karar vermekten haz etmiyorum arkadaş..doğrusu bu!

çünkü o kadar çok bakış açım varki şurda açıklasam herkesin dibi düşer.o kadar yani..gerçek hayatta bunların 4-5 ni dile getiriyosam kaldı geriye 996 tane pencere...ben öneri vermek için gelmişim şu dünyaya..fikir üretmek için...sorunu bulup çare üretmek için...bakış açılarımla dünyaya bakıp "sayın başkan o konuda böle yaparsanız böle,şöle yaparsanız şöle olur..en doğru yol budur..eh hadi bana eyvallah"..diycek en kral insanım ben...sahne arkası zırvalığı değil bu.. karar verenin gözü olmak,danıştığı insan olmak daha güzel geliyor bana..yoksa parada,pulda,şöhrette gözüm yok efendiler...

gazzeyi bombala sen,öldür çocukları...biraz daha iktidarda kalıyim diye insanlığından çık...sonra karar veren insanım diye dolaş ortalıklarda..acı olan bu kararların fikirlerini öne süren,tavsiye eden,bakış açısında sürekli kendini aşan,hatta o kadar ki insanlığından taşan insanların olması...belki de o yüzden herkesin kör olası geliyor artık..ben şurda kendi hayatım hakkında karar alırken 3-5 insaınn hayatını düşünüp deliriyorum...gözünü kırpmadan onca insanın hayatını alacak kararlar nasıl çıkyor insan beyninden..bendeki de insan beyni değil mi...bu yazıyı okuyan insanda da var bak beyin...yanlış insanlar mı karar veriyor..yanlış insanlar mı fikir üretiyor..ya da en başa dönüp bir insan nasıl bu hale geliyor..kim getiriyor..hayır bu dünya bir sürü savaş görmüş,çoğu kez insanlığından çıkmış,özgürlük adına insanlar katledilmiş,büyük devletlerin gazına gelip nüfusumuzu çok gösterelim diye soykırımlar yapılmış,bir nazi vahşetini bile yaşamış,insanların etinden tırnağından bile yararlanıp soykırım masraflarını finanse etmiş!!hani insanın aklını alan olaylar bunlar..bir allahın kulu da dönüp bakmamış mı aynaya,yada bakarken düşünmemiş mi..kendinde suç aramamış mı?bize ne ki demeyin..inanın bana sorunu oturup üşenmeden saatlerce düşününce ve ortaya çıkış aşamalarını sıralayınca bianda mal gibi "aaha ben!" diye kala kalıyosunuz koltuğun üstünde..yanlışı aslında karar vermekten çekinen iyi insanlar yapıyor..aynayı çevirip neden kendi yüzümüze bakmıyoruz da,parmağımızı doğrultup suçluyoruz insanları..şimdi şurda başımın üstünde duran çatımla,her gün genişleyen doymak bilmez midemle,evimde tv den seyredip seyredip(itiraf ediyim çok üzüldüğümden değiştiriyorum kanalları bazen) vah vah diyip vicdanımı rahatalatıp,ertesi gün en büyük derdimin cuma da makale sunucam olması beni iyi bir insan mı yapıyor...demezler mi madem öle gel al kararları..madem öle bişeyler yap..tabi bunu bir tek bana demezler...iyi insanlar kötü insanlardan sayıca çok çok fazla değil mi? fazla azizim kim ne derse desin!..cesaret nerde?? yok!!

neden?

çünkü dertsiz başları seviyoruz..o kadar bireyci olduk ki.. o kadar yalnızlaştık ki böylece..benim için değerli olan insan sayısı sadece çevremle sınırlı kalınca kendimi kümese hapsedilmiş gibi hissediyorum,kimse hissetmiyor mu?

her seferinde bu oluyor sonra ben derin nefes alıp zihnime dalıyorum,felsefe yapıyorum..fikir üretiyorum..nasıl da boş geliyor şimdi..sonunda da hep kendime küfrediyorum..bir bok olmaz benden..